Norveç, “2. Dünya Savaşı’ndan beri gördüğü en kanlı saldırılardan biri” olarak değerlendirilen bir katliam yaşadı. Tam 93 kişiyi öldüren saldırganın, yaptığı açıklamalar ve internetten yayımladığı manifestolarda radikal bir Hristiyan ve yabancı düşmanı olduğu, ayrıca kendisinin de söylediği gibi yıllardır anlatmaya çalıştığı hastalıklı fikirlerine dikkat çekmeye çalıştığı anlaşılıyor. Avrupa’nın yavaş yavaş İslamcılaştığını düşündüğü için endişe taşıdığını söyleyen ırkçı katil, yaptığının gaddarlık olduğunu kabul ediyor, fakat bunun gerekli olduğuna dikkat çekiyordu. Facianın boyutu bir kenara, değinmek istediğim konu biraz daha farklı.


Saldırıda hayatını kaybeden tek Türkiye vatandaşı olan Gizem Doğan’ın ölümü, arkadaşları ve görgü tanıklarının ifadelerine göre, saldırgandan kaçarken cep telefonunu düşürüp geride kalmasının ardından kafasına yediği bir kurşunla gerçekleşiyor. Dikkat edilmesi gereken nokta, düşürdüğü telefonunu ölüm tehdidi altındayken dahi dönüp almayı düşünmesi! Tanıkların ifadelerinin doğruluğu veya yanlışlığı tam olarak ortaya çıkmayabilir, ancak ifadelerin doğru olduğunu varsayınca aklıma gelen birkaç noktayı paylaşmak istiyorum.
Saldırı gerçekleşirken canlarını kurtarma adına kaçışan gençlerin, psikolojik olarak akıllarında yalnızca kurtarmaya çalıştıkları hayatları olmalıydı. Norveç’teki olayda ise kaçışan gençlerin canlarıyla birlikte kurtarmayı en son düşünmeleri gereken şey cep telefonları olmalıydı. Ancak Gizem, telefonunu düşürünce, normalde kolu bacağı kopsa ancak gerçekleştirmesi gereken bir eylemde bulunuyor ve geri dönüp cep telefonu uğruna hayatını kaybediyor. Tabi doğruluğu şüpheli olan tanık ifadelerine göre.
Yani telefon, internet gibi teknolojinin sunduğu nimetler artık gençlerin kolu, bacağı. Bunlardan mahrum kalmak, onların hayatlarını rahatça idame ettirmelerini büyük ölçüde zorlaştırıyor. Gizem’in o günkü tehdit altında haberleşmesi ve kurtarılacağı ihtimaliyle cep telefonuna ihtiyaç duyacağı söylenebilir. Yine de, üzerlerine kurşun yağdıran bir katilden kaçarken en son düşünülmesi gereken nokta bu olurdu herhalde. Üstelik her gencin cebinde birer telefon olduğu düşünülürse…
Bahsetmek istediğim; gözleri bozuk birinin uyanır uyanmaz el yordamıyla aradığı gözlüğü, ancak ilaçlarla ayakta durabilen bir bedene sahip bir hastanın ilaçları ile olan bağı veya benzeri bir şekilde insanların olmazsa olmazlarına ihtiyaç duymaları gibi, çağın gençlerinin de ellerinin otomatik olarak cep telefonu ve benzeri teknolojik cihazlara gitmesi, mahrum kaldıklarında da bedenlerinin bir uzvunu kaybetmişçesine hareket etmeleri…
Yine gazetelere yansıyan başka bir haber şöyle; İngiltere’de 1000 kişi üzerinde yapılan araştırmaya göre, internet olmadan insanlar kendilerini yalnız ve depresyonda hissediyor. Ayrıca araştırmaya katılanlar, internetten çıkmanın sigarayı ve içkiyi bırakmak kadar zor olduğunu belirtiyor. Yaşı biraz ilerlemiş olanlardan, interneti eleştiren cümlelerinde, kendi çocukluk ve gençlik yıllarındaki mahrumiyet zamanlarında sahip oldukları zenginlikleri dinleriz sık sık. Ne kadar haklı olduklarını bugünkü ortamı görünce daha net görebiliyoruz. Öğrencilerin okulları, genç çalışanların ise mesaileri dışında arta kalan zamanların tamamına yakınını internet başında, özellikle sadece birkaç sosyal paylaşım sitesinde geçirdikleri araştırmalarla da sabitlenmiş ve bilinen bir gerçek. Böylelikle; üretmeyen, farklılık yaratamayan, işlerinde de birer robot görevi gören insanlar, hayatlarının boş yere tükendiğinin farkında olmaksızın sıradan olmanın bile çok altında bir yaşam sürmeye devam ediyorlar.

Yine yapılan araştırmalara göre, Facebook gibi sitelerde saatlerini harcayarak arkadaşlarının gezip eğlenirken çektikleri fotoğrafları inceleyenler, genel olarak kendi hayatlarını değersiz görüyor ve mutsuz oluyorlar. Bulundukları ve gidecekleri her yeri anlatan, yapacakları ve çektikleri her fotoğrafı paylaşanlar da kendilerini farklı ve renkli bir yaşam sürüyor gibi göstermeye çalışıyorlar. Hem de farkında bile olmadan.
İnsanlara sunulan teknolojinin baş döndürücü bir hızla gelişmesinin –daha doğrusu bir tanesi tamamen tüketilene kadar diğerinin piyasaya sunulmamasıyla, her birinin hatırı sayılır biçimde sattırılmasının- yeni ürünün ortaya çıkmasıyla saldırıya geçilerek edinilmeye, birbirini ezerek daha önce sahip olunmaya çalışılması da teknolojiye olan tapınmayı artırıyor, şirketler de durumdan fazlasıyla faydalanıyor.
Belki de bu, yine sistemin insanları çeşitli yollardan tek tipe, tek çatı altına toplayarak daha kolay yönetme ve yönlendirme çabasından başka bir şey değildir veya buna yardımcı olan bir durumdur. İnterneti deccal olarak niteleyen ve kısıtlamalar getirmeye çalışanlar bir kenara, teknolojinin; kapitalizmin ve kültür emperyalizminin geliştirdiği ve büyüttüğü bir canavar olduğu söylenebilir. Geleceğin en büyük dini veya tarikatının da teknoloji ve türevleri olacağı…

Yazar : Hakan Aytaç

Kaynak: Sıfırhata | TEKNOLOJİ İNSANLARI ÖLDÜRÜR MÜ?