Beyrut'tan dönen tren. Demirden kırkayak, kırkı da raylara yapışmış demirden ayak. Yüreğimde kırk gecenin acısı ile demirden bir tabutla dönüyorum memleketin bozkır'ına.
54 gün önce...
Küçük beyaz evler, yanlarında kolları gibi yapışık duran dar, taştan yollar, camdan cama asılmış soluk renkli elbiseler. Uzun zaman oldu renkli elbiseler asılmayali. Savaş herkesi yormus elbiseler de yüzler gibi soluk. Leyla otelin bulunduğu sokağa geldigimde mermi ve top sesleri sabahkine göre daha da azalmıştı. "Nihayet rahat bir uyku uyuyacağım" dedim içimden. Dar kapıyı aralayip hole girdim. Hol dediğime bakmayın. Otel küçük, 8 odalı hol de iki koltuk, bir sehpa. Ufak bir bar, barmen dahi yok. Her akşam oturduğum koltukta bir başkası vardı. Burali olmadığı hem kiyafetinden hem de tavirlarindan belli olan bir kadin. Fransızca bir kitap okuyordu. Fransızcam yok ama isminin fransızca olduğunu anlamam çok da zor olmadi. Karşısına oturdum. Geceleri bir bardak viski içmeden odama gitmeyi pek düşünmüyordum o sıralar. Ufak bir an gözlerimiz birbirine değdi lakin efendilikten olsa gerek hemen bardağa çevirdim yüzümü. Tanrım kimi kandıriyorum ben. Hayatımda ilk defa bir kadının güzelliği karşısında utanıyorum. Ne efendiliği...
İsimsiz Fanzin'in 5. sayısında yayınlanan yazım. Blog sitemde tamamını okuyup yorum yaparsanız sevinirim arkadaşlar.
http://taskirancemal.blogspot.com.tr/2014/10/beyrut-ve-39-sessiz-gece.html