İyiydim ben böyle. Sabahları kalkar, elimi yüzümü bile yıkamadan balkona çıkardım. Havaya bakar, içime temiz havayı çekerdim. Sonra ne giyeceğimi düşünürdüm. Mutfağa gider tek kişilik kahvaltı hazırlardım. Demlenmiş çayla yapardım kahvaltımı. Sıcak sıcak, taze, miss gibi kokan. Yanına üç beş siyah zeytin atardım. Beyaz peynirimi de unutmazdım. Çok sevmemekle birlikte arada sırada canım çekerdi yağlı, reçelli ekmeği. Ondan da kızartırdım. İki yumurta da kırardım ki, gözüm de doysun karnım da diye. Tıka basa doldurduğum mideme bir de keyif çayı doldururdum ki, değmesinler keyfime.
Sonra okuluma falan giderdim işte. Tüm gün koşuşturmacalar, not tutmacalar falan fıstık. Okul çıkışı yorgun gelirdim eve. Bazen gelmez dışarda dolanırdım bir başıma. Kulağımda müziğim, sırtımda çantam gezerdim sokak sokak, cadde cadde. Hele de hava güzelse, değmesinler keyfime. Salına salına gezerdim. Akşam eve geldiğimde de yine kendi anahtarımla açardım kapımı. İçerde çıt bile olmazdı. Bir tek buzdolabının sesi, bir de gıcırdayan kapı. Üstümü çıkartıp geçerdim köşeme. Bilgisayarımı açar arka planda hep müzik dinlerdim. Sonra da mışıl mışıl, koca yatağıma tek başıma gider yatardım.
Hep böyle geçerdi işte günlerim, aylarım, yıllarım. Duvarlarımla konuşur, müziklerime anlatırdım her şeyi. Bir kapının kollarını tutardım sıkı sıkı. Sırtımı yaslayabildiğim tek yatağım olurdu. Bir tek şahidim, tuz taneciklerinin biriktiği yastığım.
Sonra sen çıktın. Bir anda, nerden nasıl geldiğini anlayamadım. Rutubetli günün, sıcak havasında, üşümüş bir halde rast gelmiştim sana. Öyle karışık, öyle tuhaf. Alışmıştım sana. Varlığınla huzura ermiştim. Kalbim her zamankinden farklı çarpıyordu. Ayak üzeri gülümsemeler, yoldan geçenlere el sallamalar. O kadar tuhaflaşmıştım. Heyecandan, sevinçten ne yaptığımı bilmez bir haldeydim.
Senli günlerim oldu. Bilgisayarımı senin için açar oldum. Resimlerini tek tek izleyip, yazdıklarını okumak, paylaştığın müzikleri defarlarca dinlemek için. Sonra sen gelirsin de iki lafın belini kırarız, yüzüm daha bir güler diyerek saatlerce o bilgisayar başında beklemek..
Sabahları daha bir heyecanlı uyanır olmuştum. Telefonumda günaydın mesajı, en samimi, en içten şekilde. Gecelerim daha aydınlıktı sonra. İyi gecelerli, tatlı rüyalı dileklerle dolu olan.. Rüyalarda buluşuyorduk seninle. Hep el ele dolaştığımız o nehir kıyısını görüyordum. Köprünün üzerinden koşa koşa geçtiğimiz anları..
Ardından ne olduğunu bilmediğim bir soğukluk baş gösterdi. Tahmin ediyordum sebebini aslında. Bir başkasına daha açmıştın gönlünü, yoksa olmazdı bu denli soğukluk. Ellerinin soğukluğu yetmezmiş gibi, bir de kalbinin soğukluğu çıktı. Başka ne olabilirdi ki zaten? Bendeki sevgi azalmamış, aksine artmıştı. Tavırlarım da hep aynıydı, değişmemişti. Ama sendeki nedense değişmişti. Sonra tartışmalar, olur olmadık sebeplerle kavgalar, ayrılmalar, tekrar barışmalar. Birbirimizi yıpratma adına elimizden geleni ardına koymuyorduk. Ve istemesek de beklenen o an gelip çattı. Çok geçmeden ayırdık yollarımızı. Ayrılmamız gerekiyordu çünkü..
Hani bir zamanlar kahvaltılarım vardı ya, o keyifle hazırladığım. Artık yok biliyor musun? Hep geçiştirmelik, atıştırmalık. Eskiden kahvaltı yapmadan çıkmazdım evden, şimdi uyandığım gibi çıkıp gidiyorum. Haftasonları dahi zorla yapıyorum. Canım istiyor ama hazırlamak zor geliyor. Demleme çayı özledim mesela. Balkonda güneş doğarken kahvaltı yapmayı. Ama yok işte. Sıcak su, sallama çay. Öyle geçip gidiyor. Dolaştığım sokaklar acı veriyor artık. Aynı yollarda, aynı teraneler. Aynı şeyler, herkesler, ama bir o kadar da çok farklı bir şeyler..
Sabahları uyandığımda gördüğüm mesajlar yok. Günaydın diyenim yok. Belki de ondandır. Ya da iyi bir gecem yok, sırf iyi geceler diyenim olmadığından. Tatlı rüyalara hasret kaldım. Gördüğüm yok. Nasıl yatıyorsam, öyle kalkıyorum. Bazen yatmıyorum bile. Gözler kan çanağı, torba torba. Üstüm başım salaş bir halde. Salmışım kendimi. Geceler daha uzun, gündüzler daha kısa gelir oldu. Günlerim zehir, ayllarım yıllık oldu.
İyiydim ben eskiden. Bir başıma da olsam iyiydim işte. Gülüyordum en azından. Gözümden yaş düşmüyordu, gamzem daha bir belirgindi. Şimdilerde yok ikisi. Gözden damlayan her bir yaş, gamze denilen o çukurda toplanır oldu. Sıkıntıdan, stresten saçlarımı yoldum. Yaralarım bile iyileşmiyor artık. Kanattığım yaralarım, patlattığım sivilcelerimin izi kalıyor. Her şeyin olduğu gibi.
İyiyim ben önceden. Senden önce iyiydim. Seninle çok daha iyiydim ama, sensiz de bir o kadar kötüyüm. Beni niye kötü ettin ki.. Keşke diyorum bazen. Sevmem ben keşkeleri ama;
Keşke dokunmasaydın benim yalnızlığıma. Ben öyle daha iyiydim..
alintidir-cok sevdigim abim Ali Maziligüneyin blogundan
http://www.maziliguney.com/keske-dokunmasaydin-yalnizligima.html#ixzz1rY57IEoS