ÖLÜMDEN GERİ DÖNÜŞ MÜMKÜN MÜ?
Arizona Üniversitesi araştırmacılarından Peter Rhee, yaklaşık 1 ay önce yaptığı basın toplantısında şu sözlerle konuşmasına başladı: “Vücut ısınız 10 dereceye kadar düşmüşse, beyin fonksiyonunuz durmuşsa, kalbiniz atmıyor, kanınız damarlarınızdaki yolculuğuna son vermişse doğal olarak ‘Öldü’ teşhisi konulacaktır. Ama emin olun geliştirdiğimiz bir teknikle sizi hayata geri getirebiliriz.” İnanamayan gözlerle bakan basın mensuplarına bu sefer de Maryland Üniversitesi araştırmacılarından Samuel Tisherman açıklamalar yaptı: “Evet! Dr. Rhee’nin sözlerinde hiçbir abartı yok. Araştırmalarımızı çeşitli hayvanlar üzerinde yaptık ve çok başarılı sonuçlar elde ettik. Bütün detaylarıyla açıkladığımız bu devrim yapacak buluş nedense bilimkurgu gibi algılanıyor. Aynı araştırmayı insanlar üzerinde yapmak için ‘etik kurulundan’ izin bekliyoruz. Sanırız ondan sonra hak ettiğimiz ilgiyi göreceğiz.”
İddia ettikleri projeye kısaca bir göz attım. Gerçekten çok ilginç. Bir canlı hayatını kaybetse de kan ve organlar bir süre özelliğini kaybetmeyebilir. Fakat nefesin durmasıyla birlikte oksijensiz kalan organlarda (özellikle beyinde) büyük bir “hasarlar zinciri” başlar. Araştırmacıların yaptıkları testlere göre bu hasarı engellemek mümkün. Bunun için ölümün gerçekleşmesinin hemen ardından beden 20 derece kadar soğutularak hücre metabolizması yavaşlatılıyor. Daha sonra vücuttaki kan, serum fizyolojikle değiştiriliyor. Bu sırada vücutta oluşan hasarı gidermek için yapılması gereken müdahale (örneğin ameliyat) gerçekleştiriliyor. Tedavi sonrası ölen kişinin kanı yeniden bedenine pompalanıyor. Kanın damarlarda dolaşmaya başlamasının ardından kalbin atmaya başlama oranı % 90. “Öldü” teşhisi konulan canlı gözlerini açıyor ve yaşamına devam ediyor. Yapılan incelemelere göre hafıza kaybı yok, öğrenebilme yeteneği ise yerli yerinde...
Domuz ve fare gibi memelilerde gerçekleştirilen bu testler bilimsel etik kurulundan yanıt alınır alınmaz sıraya giren (çoğunluk kanser hastası) gönüllülerde uygulamaya sokulacak. Araştırmacıların en çok odaklandığı kullanım sahası insanlı uzay misyonları. Geliştirilen bu teknik yıllarca sürecek yolculuklarda astronotların yolculuk boyunca uyutulabilmelerine bir ön adım olarak gösteriliyor.
MARS’TA KEMİĞİN NE İŞİ VAR?
Bu haber de geçen haftadan. Biliyorsunuz NASA Mars’a robotlar göndererek çeşitli test ve fotoğraflarla hayat izleri araştırıyor. Çekilen binlerce fotoğraf tek tek aylarca uzmanlar tarafından inceleniyor. Curiosity (merak) adı verilen robot Ağustos 2012’den bu yana dünyaya göndermiş olduğu resimlerin en ilgincini gönderdi. Fosilleşmiş, uyluk kemiği benzeri bir yapı. Bu fotoğraf daha önce fosilleşmiş omurga benzeri yapıların fotoğraflarıyla bir araya getirildiğinde daha da anlam kazandı. Bundan birkaç ay önce bilim insanları arasındaki ateşli tartışmalar sonucunda “geçmişte mikroskobik canlıların olma olasılığının çok yüksek olduğu”na karar verilmişti. Fakat çekilen kemik resimleri sonucunda her nedense hiç kimse “Acaba memeli canlılar da mı vardı?” sorusunu dile getiremedi. “Kemiğe benziyordur” deyip geçildi. Diğer yapılan tahminler bana göre “komik ötesi”. İşte size ciddi bir bilim insanının basına yaptığı şaka olmayan ciddi yorumu: “Dünyaya göktaşları çarptığında ölen dinozorların kemikleri fırlayarak Mars’a düşmüş olabilir!” Bu açıklamayı ilk duyduğumda “Demek ki garip açıklamalar ve yorumlar yapmak için profesyonel politikacı olmaya gerek yok” diye aklımdan geçirdim...
Geçen hafta Houston semalarında onlarca farklı insanın farklı konumlardan çektiği UFO resimleriyle pekişen bu haber, “Uzayda hayat var” tartışmalarının en azından konuya ilgi duyan halk tarafından başlatılmasına sebep oldu.
TELEVİZYON İÇİNE HAPSOLMUŞ ÇOCUKLAR:
Bütün gün yorulup akşam rahat bir nefes almak isteyen birçok çocuklu anne-babanın aklına gelen ilk çözüm: Televizyon! Bir çizgi film ya da rengârenk görüntülü herhangi bir belgesel, yanında biraz çerez, bir bardak meyve suyu...Oh dünya varmış! Çocuk bağrışmasının ardından gelen sessizlik dinlenmek için tam bir fırsat. Yale Üniversitesi sosyologlarından Nicholas Christakis, 2011 yılından bu yana her fırsatta aileleri uyarmaya devam ediyor: “Bir çocuğun beyni doğduğu anda 333 gram. Bu rakam bebek 2 yaşına gelene kadar 3 kat artıyor. Dolayısıyla beyinsel gelişmenin olduğu bu dönemde özellikle o yaşlarda çocuğun neye baktığı, neye konsantre olduğu çok önemli. Onun için çocuklar televizyon önüne oturduğu an seyretmesi için seçilecek film ve televizyon önünde oturma süresi gelecek hayatını çok büyük bir oranda etkiliyor. Okul çağında günde 1.5 saatten fazla televizyon seyreden çocuklarda okul derslerine konsantrasyon bozukluğu görülüyor. Maximum 1.5 saat TV seyredip diğer bilgisayar oyunlarından uzak tutulan çocuklar, anlayışlı, yardımsever, başarılı ve idealist bireylere dönüşüyor. Kısacası sessiz bir ortam için “televizyon içine hapsettiğiniz” çocuklarınız büyüdüklerinde “o kafesten” sorunlu insanlar olarak çıkabiliyorlar.
Kaynak : Habertürk