Madem öyle bende birkaç kelam edeyim.
AB üyeliğine girme isteği, ikinci dünya savaşı sonrası yani soğuk savaş döneminin zorunluluklarından biriydi. Ya batılılar yani Demokratlar cephesinde olacaktık ya da yıkılmaya yüz tutmuş Komünizm yani Rusya cephesinde yer alacaktık.
Bunun en önemli sebepleri arasında BM Sanfrancisco Konferansında verilen sözlerimizdir. Bu dönemde yıl 1945. Yani AB nin esamesi okunmuyor henüz. Yine de sanılmamalıdır ki o dönemlerdeki uygulamaların AB ye giden bir yol olmadıklarını.
Bu konferansın hemen sonrasında İnönü ile kurmayları verilen sözlerden ötürü demokratikleşme çabalarına başladı. Bu da bizim demokrasi cephesinde yer almamız gerektiği ve kabul etsek de etmesek de ABD'nin o yıllarda süper güç olmasının getirdiği liderliğinin, bizim açımızdan zorunluluklara dönüşmesiydi. Sırf bu yüzden hayır diyemediğimiz Truman Doktrini ve Marshall Yardımlarını aldık. Bunlar sanılmasın ki kara kaşımız kara gözümüz için verildi, bölgede Rusya'ya karşı sağlam bir müttefik ihtiyacından dolayı verildi. Veren kim bilmeyenler için ABD.
Böylece demokrasi cephesinin bir neferi olarak, doğunun dışında yer alan her türlü uluslararası organizasyona girmeye başladık. (Doğu burada komünist rejimleri niteler.) (İlerleyen yıllarda istisnalar var.) AB de bunların arasında, tabii girememek de var.
Artık girmek zorunda mıyız? Hayır. Girersek iyi olur mu? Evet. Girmezsek alternatifimiz var mı? Var.
Son dönemde Rusya ile atılan adımlar, AB'ye "olmasanız da olur" mesajıdır. Açıktır ve nettir.
Bunlara katılanlar olacağı gibi katılmayanlarda olacaktır. Çoğunu benden ziyade siyasi tarihçilerimiz söylemekte. Ben naçizane bir kamu yönetimi öğrencisiyim o kadar...