Sahafları seviyorum. Özellikle de yaptığı işi eski kitapları alıp satmak olarak görmeyenlerini. Toz ve eski saman kâğıdı kokusuna bulanmış o dükkânlardan evime doldurduklarımın büyük kısmı eski Hayat ansiklopedisi ciltleri, Milliyet Çocuk dergileri ve Bütün Dünya dergisinin eski sayıları. Dergiler içindeki reklamlar ve Hayat ansiklopedisi ciltleri içindeki çizimleri için bile ödediğim bedeli fazlasıyla hak etti.

Sayfaları karıştırırken Bütün Dünya ciltlerinden birinde Amerikan edisyondan çevrilmiş iki yazı dikkatimi çekti. Birinin başlığı 'Fezadan önce kendimizi keşfedelim'. O dönem herkesin gözünü diktiği uzayla uğraşmadan önce kendi zihnimizi, duygularımızı deşmemizi salık veriyor. Diğeriyse sosyal güvenlik numarası, vergi numarası, işyeri sicil kaydı gibi çağdaş yaşamının fişleme teknikleri yüzünden adını unutan adamın öyküsü. İkisini de bugüne uyarlamak mümkün ama 60'lı yıllarda bunlardan endişe edenler acaba bugünü nasıl yorumlardı daha fazla merak ediyorum.

İlkokulda şifrelemeye merak salmıştım. Harflerin yerine semboller eklemek ya da harf sıralarını değiştirerek metinler yazmaya çalışırdım. Sonraları uğraştığım işlerin çoğunun şifreleme değil kripto etmek olduğunu öğrendim. Otomatik vezneler yani ATM'lerin belirdiği günlere kadar günlük hayatımda şifre kavramının yer aldığı bir durum hatırlamıyorum. İşin çığrından çıkması da internet dönemine rastlıyor.

Önceleri şifrelerimi hatırlaması için özel bir yazılım kullanıyordum. Firefox web tarayıcısı içindeki kullanıcı adı ve şifrelerini saklama özelliği sayesinde artık en azından web için olanları kafamdan sildim. Bunu öyle hafife almayın şu an o listede tam 168 şifre kayıtlı! (Bunu İnternet Explorer'da yapmayın. Yapıyorsanız http://getir.net/x1 adresindeki yazılımı çekip bakın neler oluyor onlar birinin eline geçince).

Ayrı bir bilgisayar dosyasında yine kriptolanmış halde vatandaşlık, sicil ve vergi numaralarım, banka hesap kodlarım gibi şeyler saklı. İşin acı yanı hepsine her an ihtiyacım oluyor. Cep telefonumun adres defteri yüzünden telefon numarası belleğimi de yitirdim. En yakınımdakilerin telefonlarını bile ezbere bilmiyorum. O meşhur 'Bir kişiyi arama hakkın var' klişesinde kendimi düşünemiyorum.

Teknoloji bize işlerimizi her zaman, her yerden, daha hızlı ve daha kolay yapabilme imkânını verirken bu fırsatı kötüye kullanacaklara da bu ayrıcalıkları hediye olarak sundu. Banka şifrenizin başkasının eline geçmesiyle başınıza gelebilecekleri düşünün. Bir de bunun bugün için ne kadar sıradan bir olay olduğunu.

Ekranda gördüğümüz şeyleri 'sanal' olarak etiketlemek zorlaşıyor. Çünkü ekranların içindekilerle gerçek yaşam arasındaki çizgi, katılımcı sayısı ve yapılabilenler arttıkça belirsizleşiyor. Bugün bir süpermarket sitesinden yaptığınız alışverişi 'sanal' yapan nedir? Ürünler mi, paralar mı, başı mı, sonu mu? Peki banka işlemleriniz? Yazışmalarınız? Okuduklarınız? Yazdıklarınız? Sohbet sitelerinde ya da mesajlaşma yazılımlarında her biri birbirinden ilginç gerekçelerle olmadığı biri gibi davrananlar dışında sanal bir şey pek yok gibi.

Bu sanal ortamda var olmak kimi zaman gerçek dünyadaki varlıktan daha da önemli hale geliyor. Arama motorlar sanal Halemin tanrısı, peygamberi, havarisi ve ruhani lideri gibi. Google'da olmanın ya da olmamanın önemini tahmin bile edemezsiniz. En basitinden bir şirket olarak hizmet verdiğiniz alanda Google'ın sonuçlarında 3. sayfada yer almanızın size kaybettirdiklerini düşünebiliyor musunuz? Tek mahareti çalıştığı şirketleri aramalarda Google'ın birinci sayfasında çıkarmak olan şirketler var bugün. Ciddi de paralar alıyorlar.
Varolma savaşı kimi zaman kanlı hale de gelebiliyor. Google (ve kimi diğer arama motorları) pek ses vermese de kimi ülkelere yönelik sansür mekanizmalarına sahipler. O ülkelerden yaptığınız aramalardaki hassas sonuçlar sizden gizleniyor. Bunun en 'resmi' uygulaması Çin'de; ki onu da bu sayfada her ayrıntısıyla okudunuz (Resmi açıklaması için: http://getir.net/u6). 2002 yılında Scientology tarikatına yönelik sansür girişimiyse unutulacak gibi değildi (http://getir.net/sy).

Bir de bunun tam aksine sonuçlar arasında çıkmamak için boğuşanlar var. Sürekli sitemizin arşivindeki haberleri değiştirmek ya da silmek için mektuplar alıyoruz. Bir dönem yargılananların isimleri Google'da beraat etmiş olsalar bile o mahkeme haberiyle çıkıyor. Haberi silmek olmaz; bir nevi 'tarih yazmak' olur bu. Değiştirmekse her zaman fayda etmiyor. Üstelik silseniz bile Google indekini güncelleyinceye kadar o sonuçlar çıkıyor...

İnternetle birlikte farklı formlarda da olsa 'yazı' ve dolayısıyla 'kayıt' ikilisi tam anlamıyla altın çağına girdi. Nimetin de sıkıntının sebebi de budur gibime geliyor.

Yazar: M. Serdar Kuzuloğlu