Yaşayan insanlardan birinin sözleri ile açıyorum bu konuyu. Tüm vefat edenlere Allahtan Rahmet diliyorum. Mekanları cennet olsun.


EVREN BAŞER-(Depremde Anne ve babasını kaybetti)
Her 17 Ağustos'ta içimde bir boşluk oluşuyor

17 Ağustos 1999 yılında 9 yaşındaydım. O günün sabahında ailem beni Yalova’daki evimizden Kocaeli’ye anneannemin yanına getirdiler ve geri döndüler. Hem yaz tatili için hem de sünnetimin Kocaeli’de olması için o gün İzmit’teydim.


Gece deprem olduğunda anneannemin ve abimin uyandırması ile gözlerimi açtım. Elektrikler gitmiş, eşyalar birbirine girmiş durumdaydı. Hemen dışarı çıktık. Tabii ki o yaşta ne olup bittiğinin farkında değildim. Önümüzdeki beş gün içinde öğrenecektim.


Beş gün Yalova’daki ailemden ses çıkmadı. İletişim kopuk olduğu için ulaşamıyoruz diye düşündü bizimkiler. Sonra ailenin erkekleri Yalova’ya doğru yola çıktı. Onlar orada evimizin yıkıldığı görüp, anne ve babamın ölümünü benden saklarlarken, ben o günün akşamında tek başıma izlediğim haberlerde bizim yıkılan apartmanı ve enkazdan çıkarılan alt komşumuzu görüyordum. Daha büyük olsaydım belki o günleri daha zor atlatırdım. Ama küçük olmanın verdiği dünyadan bir haberlik ile o dönemi sorunsuz geçirdim. İleride ise anne ve babasız büyümenin sonuçları değişik şekillerde ortaya çıktı tabii.
Bugüne baktığımda ise depremden bana kalan bir enkaz değil, daha güçlü bir Evren, ölümü kabullenen ve yaşam kadar inanan, bir son değil başlangıç gibi gören bir Evren, bir insan kaldı geriye.


Tabii herkes de benim gibi olmadı biliyorum, çok acılar çekildi, her 17 Ağustos’ta da bu acılar hatırlanıyor, her anne ve babalar gününde içimde bir boşluk oluşuyor.


ŞEVVAL YAKUT (Depremden sağ kurtuldu-Yakınlarını kaybetti)
Kendimi ölümle yüzleştirmeye hazırlamıştım


Bunları anlatma zor ama uzun zamandır deprem sürecine dair hiç yazmadım, anlatmadım hatta bu süre içerisinde eylemlere bile katılmadım. Evet;zor zamanlar vardır hayatların içinde, ama bu zordan öte bir şeydi.


Akşamın telaşını geceye taşımıştık yarına dair. Sabah, her zaman ki kaldığımız yerden devam edecekti bir önceki günün telaşı, koşturması, kaygısı, tasası, üzüntüsü, sevinci, aşkları ve ayrılıkları... Ama her zamanki sabah olmadı, gecede kaldı hayat. Korkunç bir gürültü geldi ve en şiddetli sarsıntısı ile vurdu yüreklere. Bir türlü durmak bilmeyen bir sarsıntı. Tek başıma yaşadığım evimde dizlerimin üzerine çöktüm ve kıyametin koptuğunu zannederek kendimi ölümle yüzleşmeye hazırlamaya çalıştım. Kıyamet değilmiş diyemiyorum… Sarsıntı durup dışarı çıkabildiğim de herkesin hayatında bir kıyametin koptuğunu gördüm.


Anlatması o kadar güç ki, her yer yıkılmış bütün insanlar sokağa dökülmüş, herkes bilinçsiz bir şekilde koşturuyordu. İnsanın yüreğini yırtan çığlıklar sarmıştı etrafı ve ben neler olduğunu anlamaya çalışıyordum.


Ta ki küçük bir çocuğun yanıma gelip ağlayarak '' anneme yardım edin'' demesiyle evimin önünde yeni yapılan ve o dönem için dairesi çok paraya satılan binanın yerle bir olduğunu fark edene kadar. Ve bir şeyi daha o an fark ettim, her yer yıkılmış bütün o çığlıklar enkazlardan geliyordu. Sadece bilinçsizce koşuşturuyorduk sağa ve sola. ( her şey öylesine eşitlenmiş ti ki kimse sağ ve sol ayrımı yapmadan koşuyordu).Günün yavaş yavaş aydınlanması ile acının yüzü görünmeye başlamıştı. gördüğüm bir enkazda can arkadaşım ve çocukları vardı.


Çaresizliğin insanın yüreğini bu kadar acıtabileceğini tahayyül bile edemezdim. İlerleyen saatler yüreğimin sadece acımayacağını o acının yüreğimi dağlayacağını gösterdi. Bir başka enkazda ablam ve yeğenlerim vardı...14 yaşındaki Pınar'ımızı sağ olarak çıkarmıştık. Ağır bir darbe almıştı ama hayati tehlikesi yoktu.5 günde 5 canımızı toprağa koymuştuk ve 6.gün Pınar için hayati tehlike vardı artık, sebep kan bulunamıyordu 0 Rh + kan. Kan stokları tükenmişti. Sağlık bakanımız Osman Durmuş Yunanistan'dan gelen kan bağışını reddetmişti. Sebep: Yunan kanını Türk vatandaşımıza vermeyiz. Dayanışma gönüllülerinden 120 arkadaşın aynı gün H.P.Numune hastanesinde aşırı kan stoku var denilerek kan bağışlarının reddedildiğini Dilek arkadaştan öğrenecektim Pınar'ı kaybettikten sonra ve kan grubunun 0Rh + olduğunu da.


Böyle sayısızca hikayelerimiz var depreme dair. Can arkadaşım Melike'nin 7 yıl boyunca yemeyip içmeyip parasını ödeyerek aldığı dairenin dükkan alanını daralttığı için projede olup yapıda olmayan iki taşıyıcı kolonu gibi... Ve ondan geriye de iki küçük yavru ve bir kolunu kaybeden eşi Seyit kaldı. Yaralar oluşmuştu bir kere, artık derdimiz yaraları sarmak olmuştu. bu insanlar en kısa sürede hayata geçirilmeliydi. Sivil toplum örgütleri, gönüllü arkadaşlar ilk günden itibaren yanımızdaydı. Projeler hızla hayata geçiriliyordu. Tüm siyasi engellere rağmen. Her projenin ilk amacı rehabilitasyondu. Her yerde olduğu gibi depremde de en derin etkilenen kadın ve çocuklardı. Bu nedenle çalışmalarımızı bu alanlarda yoğunlaştırmıştık.


İşin birde siyasi boyutu vardı tabii, bu alanda çalışmalar çok hızlı ilerliyordu.7. gün arama kurtarma çalışmaları durduruldu, TMMOB' un ücretsiz hasar tespiti yapma talebi reddedildi. Devlet tarafından görevlendirilen öğretmen arkadaşlar dışarıdan çıplak gözle hasar tespitlerini tamamladı. yıkım kararı verilen onlarca bina orta hasar diye bir tabir üretilerek onarım adı altında bir sonraki olası depremin mezarları olarak yeniden inşa edildi... Sorumlulardan hesap sorulması adına yola çıkarak kurduğumuz Dep-Derler (Depremzede Dernekleri) süreçleri davaları takip etmek yerine bilgisayar kursları ve mantı salonları açmaya başladı. Biz bu amaçla yola çıkmadığımız için Değirmendere Dep Der'i kapattık.


Böylesi bir felaketi yada sonucu belirleyen ihmalleri unutturmamak adına her 17 Ağustos eylemliliğinde alanları doldurduk. Önce destek için gelen arkadaşlarımız, sonrada bunca şeyi burada yaşayanlarımız bu alanları terk ettik. Şimdi iyiyiz gibi göstermeye çalışsak da sadece üstünü örttüğümüz derin travmalarımız var içimizde..