Bu konu da yazan yazıların hepsi bilimsel çalışmalara dayanır. Hiç biri benim tarafımdan yazılmamıştır. Tüm kaynak wikipedia dır.

Bu yazmamdaki amaç bilimin bir şey öne sürerken birden çok bilim adamının bu konu hakkında doğrulama yaptığıdır ve bu doğrulamalar sonucunda kabul görmesidir.

Eminim burada yazanları çok azınız gerçekten ne yazıyor tarafsız olarak bir okuyayımda bilgi edineyim diyecek. Bu görüp benim görüşüme karşı hemen baltalayıcı yorumlar atmaktan ve torll olmaktansa bu görüşleri ve bilimsel kanıtları çürütecek verileri araştırın.


1. Aşama Dünyanın Yaşı

Jeologların edindiği kapsamlı ve geniş bilimsel kanıtlara dayanarak, Dünya'nın yaşının yaklaşık 4,54 milyar yıl (4,54×109 yıl) olduğuna karar verilmiştir.

Bu sayı; bilinen en eski dünya kabuğuna aitminerallerin yaşı (Batı Avustralya'nın Jack Hills bölgesinde bulunan küçük zirkon kristalleri ve Güneş Sistemi'nin yaşı (meteor parçacıkları ve Ay'dan gelen örnekler üzerinde jeologların yaptığı radyometrik yaş tayini ölçümleri sonucunda ortaya çıkartılmıştır.

Zirkon kristalleri üzerinde yapılan radyometrik yaş tayini ölçümleri dünyanın aşının 4,40 milyar yıldan daha yaşlı olamayacağını kanıtlamaktadır.

Dünya'nın yaşı günümüzde ortak kanıya en yakın şeklinde ilk kez 20. yüzyılın başlarında Clair Patterson tarafından Zirkon krsitallerindeki Uranyum miktarından yaklaşık "4.40" milyar olarak hesaplanmıştır.

2016'da yapılan bir hesaplama Dünya'nın merkezinin yüzeyinden 2,49 yıl daha yaşlı olduğunu göstermektedir

2. Aşama Dünyanın Yaşı Nasıl Hesaplanır

Uranyum-Kurşun Dönüşümü bilinen en eski radyoaktif dönüşümlerden biridir.
4.5 milyar yıl öncesinden 1 milyon yıl öncesine kadar dönüşüm geçirmiş tüm taşları, taşın içindeki kurşun yüzde aralığına bakarak (0.1-1) tarihini bulabiliriz. Uranyum-Kurşun dönüşümü ; ayrılmış iki izotopa, yarı ömrü 4.47 milyar yıl olan 238U'dan 206Pb'ye dönüşümüne ve aktinyumun ayrılmış iki izotopuna, yarı ömrü 704 milyon yıl olan 235U'dan 207Pb'ye dönüşümüne dayanır.

Uranyum'dan Kurşun'a bozunum yolları bir dizi alfa bozunumu aracılığıyla ortaya çıkar. Radyoaktivitesi yüksek olan Uranyum dışarıya doğru sürekli olarak ışıma yapar bu yüzden uzun yıllar boyu bozunur. İki paralel Uranyum-Kurşun Dönüşümünü (238U'dan 206Pb'ye , 235U'dan 207Pb'ye) genel U-Pb dönüşüm teknikleridir. Bu dönüşüm, "Concordia Diyagramı"ndaki çiftleşmiş dönüşüm şemalarını temsil eder. Ancak tek bozunum şeması (Genellikle 238U'dan 206Pb'ye) bu dönüşümün temelidir.

3. Aşama Yer Kabuğu

Pangaea ya da Pangea, Paleozoik sonları ile mezozoik başlarında var olmuş dördüncü ve son süperkıtadır. Yaklaşık 300 milyon yıl önce daha önceki erken kıta parçalarından toplanarak bir araya geldi ve yaklaşık 175 milyon yıl önce ayrılmaya başladı

Günümüzdeki Yeryüzünün aksine, bu süperkıtanın daha fazla bir kısmı güney yarıkürede bulunuyordu ve etrafı süper okyanus Panthalassa ile çevriliydi. Pangea magma tabakasındaki konveksiyonel hareketler sonucunda güneyde Gondvana ve kuzeyde Laurasia olarak ikiye bölünmüştür. İlerleyen evrelerde bu 2 kıta daha fazla parçaya ayrılarak günümüzdeki kıtalara dönüşmüştür. Pangea, günümüze kadar var olan süperkıtaların sonuncusu ve jeologlarca biçimi ortaya çıkarılanların ilkidir.

Gondvana'nın parçalanmasıyla Antarktika, Güney Amerika, Avustralya ve Afrika Kıtaları; Lavrasya'nın parçalanmasıyla Kuzey Amerika ve Avrasya (Asya ve Avrupa) Kıtaları ortaya çıkmıştır.

Bu parçalanma süreci içinde Kuzey Amerika ile Güney Amerika ve Avrasya ile Afrika kıtaları birbirine oldukça yaklaşırken, Hindistan levhası ile Avrasya çarpışmış ve sonucunda Himalaya Dağları oluşmuştur. Ayrıca bu süreç içinde Okyanusya kıtası da Antarktika'dan ayrılmıştır.

4. Aşama Yaşamın oluşması

Evrim, biyolojide canlı türlerinin nesilden nesile kalıtsal değişime uğrayarak ilk halinden farklı özellikler kazanması sürecidir

Bazen dünyanın evrimi, evrenin evrimi gibi kavramlardan ayırmak amacıyla organik evrim ya da biyolojik evrim olarak da adlandırılır. Evrim, modern biyolojinin temel taşıdır.

Bu teoriye göre hayvanlar, bitkiler ve Dünya'daki diğer tüm canlıların kökeni kendilerinden önce yaşamış türlere dayanır ve ayırt edilebilir farklılıklar, başarılı nesillerde meydana gelmiş genetik değişikliklerin bir sonucudur.

Evrim, bir canlı popülasyonunun genetik kompozisyonunun rastgele mutasyonlar yoluyla zamanla değişmesi anlamına gelir.

Genlerdeki mutasyonlar, göçler veya çeşitli türler arasında yatay gen aktarımları sonucu türün bireylerinde yeni veya değişmiş özelliklerin (varyasyonların) ortaya çıkması, evrim sürecini yürüten temel etmendir. Evrim, bu yollarla oluşan değişimlerin popülasyon genelinde daha sık veya daha nadir hale gelmesiyle işler.

4. Aşama Primat Evrimi

İnsanın evrimi, modern insanın (Homo sapiens) evrimsel kökenini ve ne tür evrimsel süreçlerle ortaya çıktığını incelediği gibi insanın en eski atalarını ve atasal kökenlerini de konu edinir. Bunun yanında insanla ortak ataları paylaşan ve insan ile yakın akraba olan türlerin evrimini ve kökenini de araştırır. İnsan evrimi, konu olarak 1863 yılında T. H. Huxley tarafından oluşturulan bilim dalı primatolojiyi ve günümüz maymunlarının tüm yaşam formları ile onların eski atalarının fosillerini de dikkate almaktadır. Bunun yanında insanın evrimsel tarihi üzerindeki çalışma ve araştırmalar fiziksel antropoloji, primatoloji, arkeoloji, dilbilim, genetik ve embriyoloji dahil olmak üzere birçok bilimsel disiplinleri de içerir.

Dünya'daki canlı türlerinden henüz sadece 2 milyondan biraz fazlası tanımlanabilmiş ve sınıflanabilmiştir. Bazı tahminlere göre henüz tanımlanmamış 10 ila 30 milyon canlı türü vardır.

5. Aşama İnsan Evrimi

Genetik araştırmalar ve fosil kayıtlar ışığında, insanın da üyesi olduğu Primat takımının evrim sürecinde günümüzden yaklaşık 65-55 milyon yıl arasında Paleosen dönemde ortaya çıktığı tespit edilmiştir.

Hominidae ailesi veya büyük insansı maymunlar, 15-20 milyon yıl önce Miyosen dönemde Hylobatidae (Gibongiller) ailesinden ayrılmıştır. Yaklaşık 14 milyon yıl önce Ponginae veya orangutanlar Hominidae ailesinden ayrılmıştır.

Goril ve şempanze ata formlarının da Homo cinsine giden soy hattından 5-6 milyon yıl önce ayrıldığı düşünülmektedir. Homo cinsi veya insan ailesi, bundan 2.3 ile 2.4 milyon yıl önce Afrika'da Hominini ve Australopithecine türlerinin son ortak atasından evrilmiştir.

Bu anlamda insanın yakın dönem evrimi, insan ve şempanzelerin ortak ataları olan popülasyonların birbirinden ayrılmasından sonra başlamıştır. Bu iki popülasyondan insanın ortaya çıktığı grup ile bu grubun tüm nesli tükenen soyları Hominini olarak adlandırılırlar.

Yaşamın ve evrenin sonu.

çinde bulunduğumuz Evrenin sürekli olarak genişlediği gözlenmektedir. Burada bu gözlemle ilgili bazı ipuçları üzerinde durulmaktadır.

Klâsik mekanik ve evren
İngiliz fizikçi Isaac Newton (1643-1727) gravitasyon yasasını geliştirdikten sonra, evrenin değişmezliği konusu tartışılmaya başlanmıştı. Bütün gök cisimleri birbir i üzerinde gravitasyon kuvveti uyguladığına göre, uzun dönemde evrenin küçülmesi kaçınılmaz görünüyordu. Bu sebeple, birçok Yeni Çağ bilim insanı (bir ölçüde dinî görüşlerin de etkisiyle) evrenin kısa süre sonra yok olacağını düşünüyordu.

Görecelik yasası
Alman kökenli bilim insanı Albert Einstein (1879-1955) genel görecelik yasasını geliştirdikten sonra, aynı sorunu çözmek için denklemlerine kozmolojik sabit adını verdiği bir terim ekledi. Buna göre bu sabit, evrende büyük uzaklıklarda etkiliydi. Bu sabitin aldığı değere bağlı olarak kütle çekim kuvveti dengelenebiliyor, hatta büyük uzaklıklarda cisimler kütle çekim kuvvetini yenerek birbirlerinden uzaklaşabiliyorlar. Ne var ki Einstein, sonradan kozmolojik sabit önerisinin bir hata olduğunu söyleyerek bu öneriden vazgeçti.

Hubble ve kırmızıya kayma
Ana maddeler: [[|]], Hubble kanunu, ve Kırmızıya kayma
Amerikalı astronom Vesto Slipher (1875-1969), 1912 yılında galaksilerden gelen ışığın tayfını incelemeye başladı ve birçok galaksinin tayfı üzerindeki siyah çizgilerin olmaları gereken yerden kırmızı uca doğru kaydıklarını buldu. Bu olay, kırmızıya kayma olarak bilinmektedir (İng. red shift). Ancak incelemeyi genişleten ve kırmızıya kaymanın nedenini bulan kişi, o dönemin en büyük gözlemevi olan Wilson Gözlemevi'nde çalışan Amerikalı astronom Edwin Hubble (1889-1953) oldu. Hubble’ın bilim tarihine geçen yardımcısı ise hiçbir eğitimi olmayan Milton Humason’du (1891-1972). Hubble, tayftaki kırmızıya kaymanın galaksilerin uzaklaşmasının bir sonucu olduğunu buldu. Buna göre uzaklaşan cisimden gelen elektromanyetik dalganın dalga boyu, uzaklaşma süratine bağlı olarak artar. Ama Hubble'ın en büyük başarısı, kırmızıya kaymanın, yani uzaklaşma süratinin uzaklık ile orantılı olduğunu ortaya çıkarmasıdır. Başka bir ifadeyle bir galaksi ne kadar uzaksa o kadar büyük bir süratle uzaklaşmaktadır.

Hızlanan genişleme
Normal koşullarda evren genişlese bile genişleme süratinin zaman içinde kütle çekimi sebebiyle düşmesi gerekir. Mantıken gençlik döneminde evren, bugünkünden daha hızlı genişlemeliydi. Bu sebepten büyük uzaklıkları (dolayısıyla eski dönemleri) gözlemleyen bilim insanları o çağlarda evrenin bugünkünden daha hızlı genişlemesi gerektiğini varsaymışlardı. Ancak 1990'lı yıllarda alınan gözlem sonuçları bu varsayımla çelişmektedir. Bu sebepten evrenin eskiden bugünkünden daha yavaş genişlediği, genişleme süratinin zamanla arttığı öne sürülmektedir. Genişleme süratinin zamanla artması, kütle çekim kuvvetinin etkisinden daha yoğun bir etkinin varlığını düşündürmektedir ki bu etkiye karanlık enerji adı verilmiştir. Etki, Einstein’ın (sonradan terk ettiği) kozmolojik sabitini andırmaktadır. Ne var ki bilinen fizik yasalarıyla açıklanamayan bu etkinin varlığını ortaya koyan gözlem sonuçları henüz çok yetersizdir. (Bu kadar büyük uzaklıklarda uzaklık ölçme yöntemi, 1a tipi süpernovaların görünür ışıltılarıdır.) Bu yönüyle karanlık enerji, günümüzde bir fizikî gerçek olmaktan çok bir tartışma konusu gibi görünmektedir.

Hızlanan genişleme ile ilgili yeni gelişme.

Karanlık madde artık uzayda sürekli arttığı gözlenmişir. Karanlık madde ne olduğu tespit edilemesede özel görüntüleme yöndemleri ile gözlemlene bilir hale gelmiştir.

Gezegenlerin enrafında yoğunlaştığı ve ışın kırılmasına sebep olduğu ortaya çıkmıştır.

Evrenin giderek daha hızlı genişlemesinin sebebi bu olduğu gözlenmştir.

Evren genişledikçe yeni gezegenlerin oluşumu zorlaşacak ve sonunda her güneş sönük bir cüce olarak süper nova ile patlayacak. Sonunda evrende hiç güneş oluşmayacak ve evren sönük soğuk bir yer olarak son bulacak.


Büyük patlama: