Blogger‘lık müessesesi bir acayip… Tam öldü dediler, yeniden canlandı. Mecra değiştirdi, mikro oldu, Instagram’la “görselleşti”, Vlog’la resmileşti derken gördük ki hâlâ özgün içerik üretmeyi başaran blog’lar gündeme yön vermeye ve sahipleri için ciddi bir “pasif gelir kaynağı” olmaya devam ediyor. Pekiyi, herkes gibi siz de -yıllardır- blog yazmanıza rağmen neden “diğerleri kadar” başarılı olamıyorsunuz? Eğer bu soru aklınıza takılıp kaldıysa ve her şeye rağmen blog’unuzu güncellemeye devam etmek istiyorsanız, başarısızlığın 10 muhtemel sebebini bu yazımızda bulabilirsiniz. Karşınızda blog’unuzun başarısız olmasının 10 sebebi!



1. Başarısız Blog’ların İlk Sorunu: Genel Bir Temanızın Olmaması
Kimseye “böyle blog tutulmaz” demek doğru değil, ama başarılı blog’ların temelinde ana konuya hakimiyet esası yatıyor. İnsanlarla paylaştığınız şeyin onlar için de anlam ifade edebilmesi için, okuyucularınıza bilgi veren ve onlara bir şey öğretmeye muktedir olduğunuz konular hakkında yazmanız gerek… Temanız illa ki tek bir ana başlıkla sınırlı olmak zorunda değil; örneğin sadece otomobiller ya da makyaj malzemeleri hakkında yazmak zorunda değilsiniz. Fakat farklı deneyimlerinizin sayısı, blog’unuzun ana temasını boğmaya başlarsa okuyucularınızı hızla kaybedeceğinize emin olabilirsiniz.




Çözüm: Blog’unuza niş, özgün içeriğin az olduğu ve hakkında bilgi verebileceğiniz kadar hakim sayıldığınız bir ana tema belirleyerek içerik girin. Eğer sadece tek bir konudan veya ana başlıktan bahsetmek istemiyorsanız, ana temayı “deneyimleriniz” olarak belirleyerek okuyucularınızı yine bir konsept altında bir araya getirebilirsiniz.



2. Blog Tutmanın Zaman ve Emek İstemeyen Bir Uğraş Olduğunu Zannetmek
Blog yazmak, gerçekten ama gerçekten emek isteyen bir uğraş. Eğer “aklıma estiği gibi üç beş satır yazarım, önemli olan blog’un her gün güncellenmesi!” diyorsanız, yanılıyorsunuz. İnternet sonsuz bir mecra ve okuyucular yaş, demografik yapı ve coğrafya fark etmeksizin “iyi” ya da “kötü” içerik ayrımını hemen yapabiliyorlar. Blog’unuzun tanıtımı kadar onun içeriği ve özgünlüğü için de emek sarf etmelisiniz. Unutmayın; hangi konuda yazıyor olursamız olun bir rakibiniz var ve içeriğinize zaman ve emek harcamazsanız, harcadığınız kadarını bile çöpe atmış sayılırsınız.

Çözüm: Blog’unuzu güncellemek için aylık bir plan yapın. Ne yazacağınızı önceden belirlemek, blog’unuzu zamanında güncellemek için sizi motive edecektir. Ne kadar çok zaman ve emek harcarsanız, geri dönüşünü almanız o kadar hızlı olacaktır. Fakat şunu hiçbir zaman aklınızdan çıkarmayın; çok çalışmaktansa akıllıca çalışmak daha iyi sonuç verir. Dolayısı ile blog’unuzu güncellerken “akıllıca” yöntemler izlediğinize ve içeriğinizi benzersiz, kaliteli ve özgün oluşturduğunuza dikkat edin.



3. Sadece “Bu Konu Para Kazandırır” Motivasyonu ile Konu Seçmek
Blog yazmak, bazen “tam zamanlı bir iş kadar” emek ve zaman isteyebilir. O nedenle yazacağınız konuyu seçerken hem özgün ve “niş” tabir edilen bir tema seçmeye hem de bu tema hakkında gerçekten “tutkulu” olmaya dikkat edin. Örneğin eğer fiziksel olarak fit değilseniz ya da egzersiz ya da beslenme hakkında kulaktan duyma şeyler dışında bir şey bilmiyorsanız, sırf “para kazandırıyor” veya “talep görüyor” diye “fitness” ya da “sağlıklı yaşam” hakkında yazmaya çalışmayın. Her “niş” tema, zekice işlenirse “para kazandıran bir blog” haline getirilebilir. Aksi takdirde sevmediğiniz ve ilgilenmediğiniz bir konu hakkında yazmaktan sıkılacak ve kısa sürede para kazanamadığınız için bıkıp, bırakacaksınız. Ne yazık ki bu başarısız olma sebeplerinin en başlıcalarından biri…




Çözüm: Niş temanızı akıllıca seçin. Örneğin balık tutmaktan hoşlanıyorsanız, kişisel deneyim ve anılarınız kadar insanlara nasıl “daha iyi balık tutulacağını” öğretin. Ya da futbol hakkında yazacaksanız sadece takım ve taktik değerlendirmeleri hakkında değil; taraftar ve futbolcu perspektifinden de eğitici ve ufuk açıcı yazılar paylaşın.



4. Özel Bir Alan Adına Sahip Olmamak
Son derece klişe ama ne yazık ki doğru bir örnek. İnsanlar, jenerik alan adı ve servis sağlayıcılar altında tutulan blogların “yeterince profesyonel” olmadığını düşünüyor. Açıkça söylemek gerekirse benim böyle bir ön yargım yok; ama çok fazla kaynakta profesyonelliğin ilk adımının “özel alan adı” olduğu iddia edildiği için bu sosyal teamüle uyum sağlamak gerekiyor. Yani;

www.adinizsoyadiniz.wordpress.com
www.adinizsoyadiniz.blogspot.com
adinizsoyadiniz.tumblr.com gibi alan adları yerine
mümkünse www.adinizsoyadiniz.com alan adı altında yayın yapın.

Elbette ki bu durumun istisnaları var; ama profesyonel bir başlangıç yapmakta hatta daha sonra markalaşacak bir ismin alan adına önceden sahip olmakta hiçbir sakınca yok.

Çözüm: Blog’unuzu ilk günden itibaren özel bir alan adı altında yayınlayın.



5. Sadece İyi Yazarak İçeriğin Okuyucuya Ulaşmasını Beklemek
Blog’ların başarısız olmasının ve iki üç ay sonra elde kalmasının esas sebeplerinden biri, sadece “kaliteli içerik” üreterek okuyucuya ulaşılabileceğini zannetmektir. Evet, okuyucu iyi ve kötü içeriği ayırt etmek konusunda son derece sezgisel davranır ama bu ortamı yaratabilmek için önce “okyucuya ulaşmak gerekir.” Dolayısı ile sadece kaliteli içerik üretip, milyonlarca site içinde okuyucunun blog’unuzu keşfetmesini beklemek pasif ve faydasız bir yaklaşımdır. O yüzden içerik kadar, doğru ve etkili promosyon da önemlidir. Bir blog sırf “var olduğu için” Google ya da diğer arama motorları tarafından “öne çıkarılmaz.” İçeriğinizin kalitesi kadar SEO uyumluluğu ve kişisel çabalarınızla ilerleyen aktif bir promosyon gerekir.




Çözüm: Bir blog’u tanıtıp duyurmanın pek çok yolu vardır. Bunların en temel üçü şunlar;

Misafir Blogger’lık. (Ünlü bir blog ya da sitede misafir blogger olarak yazı yayınlamak)
Atıf Almak. (Bir konuda önem teşkil eden herhangi bir mecrada atıf almak; ki en iyi geri dönüş toplama yolu budur.)
Sosyal Medya. (Facebook, Pinterest, Twitter ve diğer büyük sosyal medya sitelerinde kullanıcılara erişecek şekilde duyuru yapmak.)


6. Bir Ayda “Çok Para Kazanılabildiğini” Zannetmek
Bu “zan” pek çok blogger’ı yolun başında yıkıp geçen şeydir; hiçbir blog arkasında ne gibi bir güç ve ağ olursa olsun bir ayda “dünyanın parasını” kazanmaya başlamaz. Evet, reklam gelirleri, network gelirleri, sponsor gelirleri ayda on binlerce lirayı bulan blog ve siteler var; ama bunlar belki de 3 yıldır sürekli içerik üretilen, tanıtılan, emek harcanan niş siteler. Dolayısı ile ekini yemek için önce toprağın sürülmesi gerekliliği akıldan çıkmamalı! Unutmayın; başarısız olmak demek “para kazanmamak” değil. Para kazanmayı başaracak kadar sabredememek!




Çözüm: Eğer 6 aydır deniyorsanız ama hâlâ sonuç alamadıysanız yine de pes etmeyin! Hedeflerinizin ve hayallerinizin gerçekçi, elde edilebilir olduğunun sağlamasını yaptığınız sürece başarısız olmanız için fazla sebep yok. Sizce de sadece içerik üreterek kendi paranızı kazanmak ve dünyada bir iz bırakarak geçiminizi sağlamak için bunca emeğe değmez mi? Sabredin.

[CENTER]7. İstikrarsız Bir Blogger Olmak


Yedinci maddeye yazdığıma bakmayın; blog aleminin en önemli kuralı bu olabilir: İSTİKRAR! Eğer başarılı ve sık ziyaret edilen, ünlü ve takip edilen bir blog’a sahip olmak istiyorsanız sadece “canınız istediğinde” yazamazsınız. Aşağı yukarı belirli, tahmin edilebilir ve blog’un güncelleneceğine dair ümit veren aralıklarla yazarak okuyucunuzun aidiyet duygusunu körüklemelisiniz. Aksi takdirde milyonlarca farklı içerik içinde unutulup gideceğinize şüpheniz olmasın. Fakat “istikrar” deyince de sırf yazmak için yazmaktan bahsedildiği sanılmasın. İstikrar, kaliteli içerik üretmek konusunda tutarlılık demektir.




Çözüm: Bu noktada iki temek yaklaşım vardır. Ya “haftada en az 4 yazı gireceğim” der ve girersiniz; ya da “bu ay yazacağım konular bunlar” diyerek, kendi derginizin editörü olur, takvimini takip eder ve içeriklerini hazırlarsınız. Tabii ki daha zor olan ikinci şık daha büyük başarı getirecektir.

8. Berbat Bir Tasarıma Sahip Olmak
Berbat bir içerikten daha kötü olan bir şey varsa o da berbat bir tasarıma sahip olmaktır. Binlerce rakibin olduğu bir mecrada tuhaf, okunmayan ve çağ dışı bir tasarıma sahip olmak, blog’unuzu daha “ilk intiba” sırasında eler. Eğer blog’unuz 5 yıl önceki trendlere göre tasarlanmışsa içeriğine de o şekilde muamele edileceğinden şüpheniz olmasın. Çok iyi fakat hızlı tüketilmiş, her yerde herkesin karşısına çıkan ücretsiz şablonlardansa, ücretli ve blog’unuza özel olabilecek şablonları tercih etmeniz; hatta mümkünse kendinize özel bir çalışmayı profesyonel bir web sitesi tasarımcısına yaptırmanız, yapabileceğiniz en doğru yatırım olur. Aksi halde başarısız olmanız işten değil.

Çözüm: Eğer buna ayıracak bütçeniz varsa sonuna kadar kullanın. Fakat yoksa, renkli, cıvıl cıvıl, çiçekli böcekli, gök kuşağı gibi temalar tercih etmeyin. Bu tarz tasarımlar göz yormaktan ve sizi “amatör bir hevesli” gibi göstermekten başka bir işe yaramıyor. Sade, okunabilir, gözü yormayan ve neyin nerede olduğunu belli eden bir tasarım işinizi görecektir.


9. Yeni Açılmış Bir Blog’a Reklam Almak
Eğer blog’unuzu yeni açtıysanız ya da tek tük ziyaretçiniz varsa, okuyucularınızın gözünde olumlu bir intiba yaratana kadar blog’unuza reklam almayın. Çünkü reklamlar okuyucuda sevimsiz duygular uyandırır ve blog’unuzu ister istemez “spam” kültürüyle eşleştirir. Eğer köklü ve çok bilinen bir blog sahibi değilseniz, okuyucunun reklam gördüğünde “spam” duygusundan kaçınabileceği bir referansınız yok demektir. Eğer ille de hemen blog’tan kuruş kuruş da olsa para kazanmak istiyorsanız, reklam yerine “affiliate marketing” ağlarını deneyebilirsiniz. Başarısız blog’ların en temel özelliğinin açılır açılmaz her yerden reklam fışkırması olduğunu unutmayın.



Çözüm: Aylık ziyaretçi sayınız 50.000 ve üzerinde olana kadar reklamlardan uzak kalın. Bu zor gelebilir ama işin doğrusu bu. Zaten her tık başına kazanacağınız para, korkuttuğunuz / kaçırdığınız okuyucuya değmeyecektir. Büyüyene ve ünlenene kadar bekleyin; yatırımınızı reklamdan ziyade içerik anlaşmaları, marka anlaşmaları ve pasif gelir modeli üzerine yapın.


10. Okuyuculara Üyelik, Takipçilik ya da İzleme İmkânı Sunmamak
e-Posta listeleri pek fazla şey ifade etmeyebilir; ama sadece haftada bir atılan hatırlatma postaları bile okuyucularınızın geri dönmesini sağlayacaktır. Günde onlarca farklı kaynağın takip edildiği düşünülürse, blog’unuzu ziyaret edenlere “onları sıkmayacak ve bunaltmayacak şekilde” sitenizi hatırlatmak faydalıdır. O nedenle ziyaretçilerinizin sitenize üye olabileceği, e-posta listesine kayıt olabileceği, siteyi takip edebileceği bir “izleme” imkânını mutlaka sunun. Başarısız blog’larda böyle bir imkanın olmadığını göreceksiniz.

Çözüm: Ziyaretçilerinizi boğmayacak, onların üstüne üstüne gelmeyecek bir “e-mail subscription” sistemini sitenize entegre edin. Google’da arama yaparak onlarca farklı alternatif bulabilirsiniz. Sonra ücretsiz e-posta bültenleri servisi kullanarak onlara 3-4 günde bir, “blog’ta bu güncellemeler oldu” şeklinde bir bülten gönderebilirsiniz. Bülten gönderirken Spam yapmamaya, az ve öz içerik paylaşmaya, bülten tasarımını ferah ve anlaşılır tutmaya ve kullanıcılarınız sizden e-posta almak istemiyorsa “buna saygı duymaya” özen gösterin.


[/CENTER]

Kaynak:https://goo.gl/g3jMFf