“Tarih yazmak yapmak kadar mühimdir. Yazan yapana sadık kalmazsa değişmeyen hakikat, insanlığı şaşırtacak bir mahiyet alır.” (1931) Mustafa Kemal ATATÜRK
Atatürk, Cumhuriyetin ilanından sonra hızlı bir şekilde inkılâp hareketlerine başlamıştır. Bu inkılâp hareketlerini gerçekleştirirken tarih ile ilgili düşündüklerini de uygulama sahasına koymaya çalışmıştır. Tarih ile ilgili çalışmalar, Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren başlamış, 1920’li yılların sonlarına doğru hız kazanmıştır.
Atatürk, tarih ilmini devletin ilerlemesi, çağdaşlaşması için manevi bir destek olarak kullanmış, devletin kuruluş yıllarından itibaren Türk halkının benliğine kavuşabilmesi için en güvenilir araç olarak görmüştür [1].
1. Osmanlı Devleti Tarih Anlayışı ve Modern Tarih Anlayışına Doğru Adımlar
Cumhuriyetten önce İslâm tarihi esaslı ümmet tarihi anlayışı ve Osmanlı tarihi esaslı hanedan tarihi anlayışı mevcuttu[2]. Osmanlı merkezli tarih öğretimi hâkim olup, Osmanlılarla ilgisi dolayısıyla Selçuklulardan ve Selçukluların yıkılmasıyla ortaya çıkan beyliklerden çok kısa bahsediliyor, esas konu Osmanlı tarihi etrafında toplanıyordu. Fakat bu Türk tarihini gerek araştırmada, gerekse öğretmede eksik bir anlayıştı.
1909 yılında, Osmanlı Devleti tarihinin yazılması amacıyla “Tarih-i Osmanî Encümeni” kurulmuştur. Tarih-i Osmanî Encümeni, Osmanlı Devleti’nde modern tarihçiliğin başlangıcı olarak sayılmaktadır. Behar, Tarih-i Osmanî Encümeni’nin ilk başkanı olan Abdurrahman Şerefin geleneksel tarih yazıcılığı ile modern tarih yazıcılığı arasında bir köprü olduğunu belirtmiştir[3].
Tarih-i Osmanî Encümeni’nin görevi yine Osmanlı Devleti tarihi idi. Ancak burada aydın Türk tarihçileri meselenin Osmanlı Devleti’nde bitmediğini fark edebilmiştir. Tarih-i Osmanî Encümeni yayını olan “Tarih-i Osmanî Encümeni Mecmuası”na bakıldığında, burada çalışmaların ve yayınların büyük ölçüde Osmanlı Tarihi üzerinde toplandığı, bilhassa Osmanlı Devleti öncesi Anadolu tarihine ehemmiyet verildiği görülmektedir[4]. Beylikler ve Anadolu Selçukluları üzerinde çalışmaların olduğu ve Türkiye tarihi üzerindeki çalışmaların arttığını ve bunların Büyük Selçuklu Devleti ile irtibatlandırıldığını bu çalışmalarda görmek mümkündür. XI. yüzyılın ortalarından itibaren Selçukluların başkanlığında Anadolu’yu bir vatan edinmek için girişilen faaliyetler ve Malazgirt Savaşı, Malazgirt Savaşı’nı takip eden Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslamlaşması başta Artuklular, Mengücekler, Saltuklular, Danişmentliler olmak üzere Anadolu Selçukluları ile birlikte yaşayan Türk devletleri tarihi, Anadolu Selçuklu Devleti ve bu devletin yıkılmasıyla ortaya çıkan beylikler üzerinde çalışmalar yoğunlaşmıştır. Buradan hareketle, Tarih-i Osmanî Encümeni Mecmuası’nın Türk tarihini Osmanlı Devleti’nin yaklaşık iki yüz yıl kadar öncesine getirdiği söylenebilir. Ancak Tarih-i Osmanî Encümeni Mecmuası’nda, Türk tarihine bütüncül bir anlayış ile bakılmamıştır. Çünkü Anadolu dışına çıkılmamış ve hatta Anadolu’da Türklerden önceki devre ait çalışmalar yapılmamıştır.
1912 yılında ise Türk tarihini ve kültürünü araştırmak amacıyla “Türk Ocakları” kurulmuş ve “Türk Yurdu” dergisi Türk Ocakları’nın bünyesine alınmıştır. Türk Ocakları kapatılana kadar bu alanda faaliyet göstermiştir.
1913 yılında, Yusuf Akçura ve bazı tarihçiler, Tarih-i Osmanî Encümeni çalışmalarını eski tarih yazıcılığının devamı olarak nitelendirmiştir[5]. Bu yüzden Yusuf Akçura, Fuat Köprülü, Ziya Gökalp, Ahmet Ağaoğlu, Şemseddin Günaltay ve diğer bazı tarihçiler “Asar-ı Islâmiye ve Millîye Tetkik Encümeni”ni kurmuşlardır. Bu encümen, 1915 yılında “Millî Tetebbular Mecmuası”nı yayınlamıştır.
2. Atatürk’ün Tarihe Karşı İlgisi
Atatürk’ün çok küçük yaşlardan itibaren tarihe karşı ilgisi olduğu bilinmektedir. Atatürk’ün sınıf arkadaşı Cebesoy’un belirttiğine göre, Atatürk’ün Manastır Askeri İdadisi yıllarından itibaren tarihe karşı ilgisi bulunmaktadır[6]. Cebesoy, Mustafa Kemal’in okuldaki tarih öğretmeni Kolağası Mehmet Tevfik Bey’den her zaman saygıyla bahsettiğini belirtmiştir.
Atatürk, siyasi hayatında, Türkiye Büyük Millet Meclisinde ve halk toplantılarında tarih bilgisinden daima faydalanmasını bilmiştir. Türkiye Büyük Millet Meclisindeki konuşmalarında, kanunlaştırmak istediği konular için tarihten örnekler vererek ikna edici deliller göstermiştir.[7]
1923 yılında İstanbul Darülfünun Edebiyat Fakültesi profesörler meclisinin aldığı karar sonucu Gazi Mustafa Kemal Paşa’ya “fahri profesörlük” teklif edilmiş, Gazi Mustafa Kemal Paşa da bu teklifi kabul etmiş ve bir telgraf göndererek teşekkür etmiştir. Daha sonra “fahri profesörlük beratını” takdim için gelen profesörlere “okul sıralarından itibaren çok sevdiği tarihle daima meşgul olduğunu, bu itibarla fahri profesörlüğün tarihe ait olmasının münasip olacağını”[8] ifade ederek bu durumdan duyduğu memnuniyeti belirtmiştir.
Atatürk, bazı bilimsel tarih kitaplarını ve tarih metodolojisi kitaplarını Türkçeye çevirtmiş ve yayınlatmıştır. H.G. Wells’in “Cihan Tarihinin Umumî Hatları” (1927-1928), E. Bernheim’in “Tarih İlmine Giriş Tarih Metodu ve Felsefesi’ (1936), Ch. V. Langlois ve Ch. Seignobos’un “Tarih Tetkiklerine Giriş” (1937) adlı eserleri Atatürk döneminde Türkçeye çevrilen önemli eserlerden bazılarıdır. Atatürk’ün bilimsel tarih kitaplarını ve tarih metodolojisi kitaplarını Türkçeye çevirtmesi ve yayınlatması tarihe ve tarih öğretimine karşı olan ilgisini göstermesi bakımından önemlidir.
Atatürk’ün tarihe karşı ilgisinin olduğunu, okuduğu kitaplardan da anlayabilmek mümkündür. Bilindiği gibi Atatürk’ün kütüphanesinde çeşitli konulara ait kitaplar bulunmaktadır. Atatürk, tarih ile ilgili çeşitli kitaplar okumuştur. 1929-1930 yıllarından sonra neşredilen tarihe ait kitapların Atatürk’ün kütüphanesine getirilmesi üzerine kütüphane yeterli gelmemiş ve ikinci kütüphane ve çalışma masası oluşturulmuştur.[9]
3. Atatürk’ün Türk Tarihinin Araştırılmasını İstemesinin Sebepleri
Afet Hanım, 1928 yılında okuduğu bir Fransızca coğrafya kitabında Türklerin sarı ırktan olduğunun ve ikinci derecede insan tipine mensup olduğunun yazıldığını görmüştür. Afet Hanım, kitabı Atatürk’e göstererek bu konudaki fikrini sorunca, Atatürk de “Hayır böyle olamaz. Bunların üzerinde meşgul olalım.”[10] diyerek üzerinde durulması gerektiğini belirtmiştir. Bu tarihten sonra Türk tarihi ile ilgili çalışmalar ivme kazanmış ve yanlışlıklar ortadan kaldırılmaya çalışılmıştır.
İyi bir tarih öğretimi için öncelikle tarih anlayışını değiştirmek ve tarihimizi gerçekleriyle birlikte ortaya koymak gerekliydi. İşte bu yüzden Atatürk, tarih ile ilgili çalışmalara girişilmesi yönünde direktifler vermiş ve fırsat buldukça çalışmalarla ilgilenmeye çalışmıştır.
“Bizim milletimiz derin bir maziye mâliktir.”[11] diyen Atatürk, Anadolu’daki Türk tarihinin dışına çıkamayan bu tarih anlayışıyla, kurduğu devlete kimlik kazandırmasının mümkün olmadığının farkına varmıştır.
“Büyük devletler kuran ecdadımız büyük ve şümullü medeniyetlere de sahip olmuştur. Bunu aramak, tetkik etmek, Türklüğe ve cihana bildirmek bizler için bir borçtur.”[12] diyerek Türk tarihinin bir bütün olarak ele alınıp incelenmesini istemiştir.
Karal’a göre, Atatürk’ün Türk tarihinin araştırılmasını istemesinin sebepleri şunlardır:
- Türklerin sarı ırktan olduğuna yönelik dünyada yayılmış olan yanlış iddialar,
- Türklerin medeni kabiliyetten ve istidattan mahrum olduğuna yönelik iddialar,
- Türk toprakları üzerindeki iddialar.[13]
Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Osmanlı Devleti’nin topraklarının taksimi gündeme gelmiş ve Yunanlılar, Batı Anadolu ve Trakya’ya, İtalyanlar Güney Anadolu’ya yerleşmek için bu topraklarda hak iddia etmişler ve tarihi iddialarda bulunmuşlardır. Ayrıca Doğu Anadolu’da bir Ermeni ve Kürt devleti kurmak için tarihi ispat göstermeye çalışmışlardır. Sevr Antlaşması bu asılsız iddialarla hazırlanıp imzalanmıştır. İstiklâl Savaşı kazanıldıktan sonra da bu iddialar devam etmiştir. Lozan Antlaşması’ndan sonra da, Türk toprakları üzerindeki asılsız tarihi iddialar sürdürülmüştür.[15] Bu yüzden Atatürk tarihimizi tam anlamıyla ortaya koymanın ve tarih silahıyla bu iddialarının asılsızlığını ortaya çıkarmanın gerekliliğine inandığı için tarih çalışmalarını başlatmıştır.
4. Atatürk Dönemi Türk Tarihi İle İlgili Kurulan Kuruluşlar
4.1. Türk Tarih Heyeti
23 Nisan 1930’da toplanan Türk Ocakları’nın VI. Kurultayı, Türk Tarih Kurumu’nun kuruluşuna ilişkin ilk adımdır.[16] Bu kurultayda Türk tarih ve medeniyetini araştırmak amacıyla Türk Ocakları’na bağlı “Türk Tarih Heyeti” kurulmuştur. İlk başkanı M. Tevfik Bıyıklıoğlu olan bu heyet, ilk toplantısını 4 Haziran 1930’da yapmıştır. Bu tarihten sonra 29 Mart 1931’e kadar sekiz toplantı yapmış ve bunlara Atatürk’te katılmıştır.[17] Türk Tarih Heyeti, 1931 yılında 605 sayfalık “Türk Tarihinin Ana Hatları”” kitabını yazmıştır.
4.2 Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti (Türk Tarih Kurumu)
Türk Tarih Heyeti, 12 Mart 1931’de Türk Ocaklarının kapatılması üzerine, Atatürk’ün direktifleriyle 12 Nisan 1931’de ‘”Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti” adıyla ayrı bir kuruluş olmuştur[18]. Bu cemiyetin ilk başkanı Yusuf Akçura’dır.
Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti’nin ilk nizamnamesinin 4. maddesine göre, cemiyet amacına ulaşmak için şu vasıtaları kullanır:
- Toplanıp ilmi müzakereler yapmak,
- Türk tarihinin kaynaklarını araştırıp bastırmak,
- Türk tarihini aydınlatmaya yarayan vesika ve malzemeyi elde etmek için gereken yerlere heyetler göndermek,
- Cemiyetin çalışmalarını neşretmek[19].
Atatürk, Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti’nden, okullarda okutulmak üzere tarih kitapları yazmalarını istemiş ve bu cemiyetin çalışmaları sonucunda dört ciltlik ‘”Tarih” kitapları yayınlanmıştır. Liseler için hazırlanmış olan ilk resmi tarih ders kitapları 1931’de basılan dört ciltlik tarih kitaplarıdır.
Türk tarih ve medeniyetini ilmi araştırmalar ışığında yazabilecek gençlerin yetişebilmesi için Avrupa ve Amerika’ya öğrenci gönderilmiştir. Öğrencilerin Avrupa ve Amerika’ya gönderilmesi, Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti’nin kuruluşu ve gayesi ile ilgilidir[21].
Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti, 1935 yılında “Türk Tarih Kurumu” adını almıştır. Türk Tarih Kurumu, 1937 yılı Ocak ayından itibaren üç ayda bir yayınlanacak olan “Belleten”” dergisini çıkarmaya başlamıştır. Bu derginin adını Atatürk vermiştir.
Bildiğimiz gibi Atatürk, Türk Tarih Kurumu’na mirasından pay ayırmıştır. Atatürk’ün Türk Tarih Kurumu’na mirasından pay ayırması, tarihe ve tarihin araştırılmasına ne kadar önem verdiğini bir kez daha göstermiştir.
4.3. Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi
Atatürk, Türk tarihini aydınlatmak amacıyla Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti’ni (Türk Tarih Kurumu) kurdurmuştu. Daha sonra “Türk Tarihinin Ana Hatları” kitabı yazdırılmış, ardından liseler için dört ciltlik tarih kitapları yazdırılmış, bu kitaplar sadeleştirilerek “Ortamektep İçin Tarih” kitapları yazdırılmıştı. Hatta Avrupa ve Amerika’ya arkeoloji, antropoloji-etnoloji sahasında yetişmek üzere öğrenciler gönderilmişti.[22]
Geleceğin tarihçilerini yetiştirecek uzmanlara, Atatürk’ün tarih görüşünü araştıracak gençlere, tarih derslerini okutacak öğretmenlere ihtiyaç vardı. Arkeoloji, antropoloji-etnoloji sahalarında gençleri kendi ülkemizde yetiştirmemiz gerekliydi.[23] İşte tüm bu sebeplerden dolayı Ankara’da bir Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nin açılması fikri oluşmuştur.
Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nin kurulması, 14 Haziran 1935 günü bir yasayla kabul edilmiştir. 9 Ocak 1936’da Ankara Üniversitesi’nin çekirdeğini oluşturan,[24] Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nin açılış töreni yapılmıştır.[25]
Fakültenin adı Türk Tarih Tezi’nin ana unsurlarını bir araya getirmesinin yanında bunlara yönelik olarak şu amaçları içermektedir:
Dil: Türkçeye akraba olarak görülen Sümer, Akad, Sankrit Çin ve Hitit dillerinin incelenmesi,
Tarih: Orta Asya’dan gelen Türklerin tarihi zamanları da aşan uzun varlığını ve diğer uygarlıklara katkılarının kanıtlanması,
Coğrafya: Uygarlıkların beşiği olarak görülen ve Türklerin derin izlerini taşıdığı öne sürülen Anadolu toprakları üzerinde çalışmalar yapılması ve belgelenmesi[26].
Dil ve Tarih-Coğrafya fakültesinin ilk dekanı Mustafa Göker olmuştur. Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, tarihin öğretilmesini sağlamış, geleceğin birçok tarihçisini yetiştirmiş ve ülkemizde birçok arkeolojik kazılar yaparak tarihin aydınlanmasına yardımcı olmuştur.
5. Türk Tarih Kongreleri
5.1. I. Türk Tarih Kongresi (2-11 Temmuz 1932)
Milli Eğitim Bakanlığının teşebbüsü ve Atatürk’ün inisiyatifiyle, 2 Temmuz 1932’de Türk Tarih Tezi’ni tanıtmak için I. Türk Tarih Kongresi, Ankara Halkevi Binası’nda toplanmıştır.
Kongrenin toplanış amacı, tarih tezini daha resmi bir şekilde geniş anlamda tanıtmak ve tarih ders kitaplarını geliştirmek olduğundan, katılanların 198’i lise ve ortaokul öğretmeni, 18’i üniversite profesörü ya da asistanı, 25’i Türk Tarih Kurumu üyesidir. Katılanların 33’ü aktif olarak tartışmalara katılmış, diğerleri dinleyici olarak kalmıştır. Aktif katılanlardan 15’i kongreye bildiri sunmuş ve kongre 10 gün sürmüştür. [27]
Bu kongreye sunulan bildiriler içerisinde, tarih eğitimi ve öğretimi ile en alakalı olanın Yusuf Akçura’nın bildirisi[28] olduğu söylenebilir. Akçura, bu bildirisinde “tarihte usule ve usulün nasıl tatbik edilmekte olduğuna dair”, “tarihin ne gibi gayeler takip edilerek nasıl tedris olunduğuna dair” gözlem ve düşüncelerini açıklamıştır.
5.2. II. Türk Tarih Kongresi (20-25 Eylül 1937)
II. Türk Tarih Kongresi 20 Eylül 1937’de Dolmabahçe Sarayı’nda toplanmıştır. Bu kongrede de Türklerin tarih öncesi devirlerden beri var olduğu ve diğer milletlere etkilerinin olduğu ilmi delillerle ispatlanmaya çalışılmıştır[29].
Bu kongrenin, I. Türk Tarih Kongresi’nden önemli farklılıkları olduğu görülmektedir. Atatürk, Türk Tarih Tezi’ni uluslar arası alanda kabul ettirmek ve batılıların Türklerle ilgili asılsız iddialarını ilmi metotlarla çürütmek istediğinden, II. Türk Tarih Kongresi’ne yabancı uzmanlar da davet edilmiş ve bunlar kongreye katılmışlardır. Bu kongre uluslar arası kongre olma özelliğini taşımaktadır. Günaltay ve Tankut[30], kongreye katılan bu batılı uzmanların tarih ve dil tezlerimize karşı duydukları dikkati söz ve yazıyla dile getirdiklerini belirtmektedir.
Kongreye katılanların 20’si Türk Tarih Kurumu üyesi, 8’i Türk Dil Kurumu üyesi, 37’si üniversite ve yüksek okul profesör ve doçentleri, 18’i ilmi müessese delegeleri, 211’i ortaöğretim tarih öğretmenleri, 9’u İstanbul yabancı okul öğretmenleri, 40’ı yabancı ülkelerden gelen uzmanlar olmak üzere toplam 343 kişidir[31].
Bu kongrede, tarih eğitimi ve öğretimi ya da tarih alanındaki araştırmalarla ilgili herhangi bir tartışma, eleştiri ve görüş alışverişi olmamıştır. Behar’a göre, ikinci dalga tartışma ve eleştiriler ancak çok partili rejime geçince başlamıştır[32].
Tarih öğretimiyle ilgili bu kongrenin önemli bir faydası da olmuştur. Bu fayda II. Türk Tarih Kongresi sırasında açılması düşünülen ve 1937 yılı Haziran’ında hazırlıklarına başlanılan tarih sergisidir. Türk Tarih Sergisi, 20 Eylül sabahı saat 10.00’da bizzat Atatürk tarafından açılmıştır[33]. Bu sergide, Türk tarihinin bütün safhalarının canlı bir şekilde gösterilmesinin yanında Türk Tarih Tezi’ni teyit edecek arkeolojik eserler de teşhir edilmiştir.
Kongre, dokuz gün sürmesine rağmen, tarih sergisi Atatürk’ün emriyle merasim salonunda bir yıl açık tutulmuştur. Atatürk’ün emriyle, tarih sergisinin bir yıl açık tutulması, Atatürk’ün tarih öğretiminde görsel malzemeye önem verdiğini ve tarih sergilerini desteklediğini göstermesi bakımından önemlidir. Çünkü bu sergiyi yerli ve yabancı birçok kişinin gezmesinin yanı sıra, dönemin tarih öğretmenleri de öğrencilerini bu sergide gezdirmiştir. Bu bakımdan tarih sergisi, tarih öğretimi açısından son derece faydalı olmuştur.
6. Atatürk Dönemi Tarih Dersi Müfredat Programları
Cumhuriyetten sonra eğitimde millîleşme çabaları görülmektedir. Atatürk döneminde bu millîleşme çabaları programlara, özellikle tarih dersi programlarına yansımıştır.
Cumhuriyetten sonra ilkokul, ortaokul ve lise tarih programlarında ilk değişiklik 1924 yılında yapılmıştır. Eski tarih programında, İslâm ve Osmanlı tarihine önem verilirken, yeni programda genel Türk tarihine daha geniş yer ayrılmıştır. İslâm tarihinde Dört Halife Devri “İslâm’da Cumhuriyet” başlığı altında verilerek, yeni rejim ile İslâmın özü arasında bir bağ kurulmaya özen gösterilmiştir. Türk tarihinde ise; İslâmiyetten önceki Türk tarihi, Türklerin İslâmiyeti kabulü ve Anadolu’ya gelişi ile Selçuklu, Anadolu Beylikleri, Osmanlı ve Cumhuriyet devirleri geniş olarak ele alınmıştır.[34]
Cumhuriyet devrinin ilk programı olan “İlkmekteplerin Müfredat Programı”na göre, tarih dersleri, üçüncü sınıfta başlayacak ve daha çok okuma ve musahabe (konuşma, görüşme) şeklinde okutulacak, dördüncü ve beşinci sınıflarda ise genel tarihle Türk tarihi bir arada verilecektir.[35]
1926 yılında da tarih programında değişiklik yapılmıştır. 1926-1927 öğretim yılında eğitim bakanlığı tarih dersleri müfredatına askeri eğitimle ilgili konular konulmasını kararlaştırmıştır.[36]
1926 yılında değiştirilen ve “toplu tedris”[37] ilkesini benimseyen ilkokul müfredat programı, 1927-1928 yılında tamamen uygulamaya girmiştir. İlkokulların müfredat programı, ilkokulu iki kısma ayırmıştır. Birinci, ikinci, üçüncü sınıflar ilk kısmı teşkil etmekte olup “hayat bilgisi” adlı yeni bir dersi öğretimin mihveri kabul etmiştir. Fakat bu ilk kısımda ayrı bir tarih dersi verilmemektedir. Hayat bilgisi dersi içinde bazı konular tarih dersine hazırlık olarak sunulmaktadır. İkinci kısımda, tarih dersleri verilmektedir. Bu kısımda, 1926 programına göre tarih dersinin amaçları şunlardır:
- Çocuklara Türk milletinin mazisi hakkında malûmat verip onlarda millî şuur uyandırmak,
- Bugünkü medeniyetin uzun bir mazinin mahsulü olduğunu anlatmak,
- Büyük şahısların hayat ve hareketleri tasvir edilerek çocuklara imtisale şayan nümuneler göstermek.[38]
Bu programda medeniyet tarihine önem verilmesi, öğretmenlerin anlatımı isim ve tarihlerle boğmaması, tarih dersinde resimlerden faydalanılması, öğrencilere eski eserlerin gösterilmesi ve müzelerin gezdirilmesi tavsiye edilmiştir.[40] Bunların uygulanmasının tavsiye edilmesi tarih öğretimi için önemli bir adımdır.
1927 yılında lise tarih ders programında da değişiklik yapılmıştır. Öğretmenlerin, tarih öğretiminde nasıl bir yol takip edecekleri belirtilmiştir.[41] Lise tarih dersleri, haftalık ders çizelgesinde birinci ve ikinci sınıflar ile üçüncü sınıf fen şubesinde haftada ikişer saat, üçüncü sınıf edebiyat şubesinde üç saattir.
1929 tarihli İlk Mektepler Talimatnamesi’ne göre ilköğretimin amaçlan şunlardı:
İlk mekteplerde terbiyenin ilk ve son maksadı çocukların millî hayata lâyıkıyla intibak etmeleridir… Terbiyede Türklük ve Türk vatanı esas mihveri teşkil etmelidir. Çocuklarda millî hislerin beslenmesi ve kuvvetlendirilmesi için her fırsattan istifade edilmelidir. Türk inkılâbı ve bu inkılâbın nimetleri, bu nimetlere ermek için yapılan büyük cidaller (savaşlar) onlara lâyıkıyla anlatılmalıdır.
Cumhuriyet ve 23 Nisan Bayramları gibi büyük millî günlerde mektepte tertip olunacak müsamereler (piyesler) ve şenlikler, çocukların millî hassasiyetlerini artırmak için en iyi fırsatlar verir. Talebe bayrağı sevmeli ve ona hürmet etmelidir. Bunun için her ilk mektepte haftanın ilk günü sabahleyin ve son günü öğleden sonra bayrak töreni yapılmalıdır[42].
Bu talimatnamede, aslında millî hislerin benimsenmesi ve rejimin benimsetilmesi için tarihten ve tarih öğretiminden faydalanılması gerektiği vurgulanmıştır.
1930 yılına ait “Lise ve Orta Mektepler Talimatnamesi”, öğretmenlerden Cumhuriyet eğitimi vermeleri için programları ve programlar dışında da her fırsatı değerlendirmelerini istemiştir[43]. Burada en büyük görev, tarih dersine yüklenmiş ve Türk Tarih Kurumunca liselerde okutulmak üzere dört ciltlik tarih kitapları yazılmıştır.
Millî Talim ve Terbiye Dairesi’nin 23.09.1931 tarih ve 140 sayılı kararı mucibince;
“1340[44] senesinde tatbik sahasına çıkan ve o zamandan beri, icap ettikçe, kısım kısım tadil edilmiş olan ortamektep müfredat programlarının esaslı ve şumullü bir değişmeye muhtaç olduğu, geçen yedi senelik tecrübeden” anlaşıldığı ifade edilmekte ve “Tarih dersleri programı bütün sınıflar için tamamı ile değiştirilmiş ve yeni programa göre her sınıf için kitaplarda hazırlatılmış olduğundan bu ders için hazırlanan kitapların aşağıda gösterilen tevzi dairesinde ortamektep ve muallim mektebi sınıflarında tedrisine ve aynı dersin ihzar edilen kitapların 1931-1932 ve 1932-1933 ders senelerine münhasır olarak lise sınıflarında ve muallim mekteplerinin dördüncü sınıflarında okutturulmasına karar verilmiştir. Tarih dersleri için hazırlanan kitaplar muhtelif mektep ve sınıflara aşağıda gösterildiği şekilde tevzi”[45] edildiği belirtilmektedir.
Bu tevziin ortamektep, muallim mektebi ve lise kısmı aşağıdaki gibidir:
ORTA MEKTEP VE MUALLİM MEKTEBİ
Ders SenesiSınıf ISınıf IISınıf III1931-1932Cilt ICilt I, IICilt I, II, III, IV1932-1933Cilt ICilt IICilt III, IV
LİSE
Ders SenesiSınıf ISınıf IISınıf III1931-1932Cilt ICilt I, IICilt I, II, III, IV1932-1933Cilt ICilt IICilt III, IV
MUALLİM MEKTEBİ
Ders SenesiSınıf IV1931-1932Cilt I, II, III, IV
Görüldüğü gibi, lise I. sınıfta Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti tarafından yazılan “Tarihten Evvelki Zamanlar ve Eski Zamanlar’, lise II. sınıfta “Orta zamanlar”, lise III. sınıfta “Türkiye Cumhuriyeti” kitapları okutulmuştur. Lise I. sınıfta ve lise II. sınıfta tarih dersi haftada iki saat okutulmuş, lise III. sınıfta fen şubesi haftada iki saat tarih dersi okumasına rağmen, edebiyat şubesi haftada üç saat tarih dersi okumuştur.
1932-1933 yılı lise tarih programında ise önemli bir değişiklik olmamıştır. Sadece, lise Tarih I kitabının üçüncü basılışında, içerik olarak değişiklik yapılmamasına rağmen haritalar kitabın sonuna ve metnin dışına alınmış, harita klişeleri yeniden yaptırılmış ve jeolojik devirlerde hayatın tekamülü ile ilgili bir şematik levha kitaba konulmuştur.
1933 yılında ise Millî Eğitim Bakanlığı’nca dört ciltlik lise “Tarih” kitapları esas alınarak ortaokullar için üç ciltlik “Ortamektep İçin Tarih” kitapları yayımlanmıştır. Buradan anlaşılıyor ki, yeni bir tarih programı hazırlanmamış Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti tarafından yazılan dört ciltlik lise ders kitaplarına göre program düzenlenmiştir. Ders kitaplarına dayalı öğretim programı anlayışı hâkimdir. Bunu, Millî Talim ve Terbiye Dairesi’nin 03.08.1931 tarih ve 28 sayılı kararı[46] da göstermektedir.
1931 yılı tarih müfredat programı hemen hemen yukarıda belirttiğimiz değişiklikler dışında 1934 yılına kadar aynı şekilde uygulanmıştır.
1934 yılına gelindiğinde ise lise tarih müfredat programında her sınıf için tarih dersinin “Onbeş günde bir saat Türkiye Cumhuriyeti İnkılâp Tarihi’ne ayrılacağı” belirtilmektedir. Millî Talim ve Terbiye Dairesi’nin 21.07.1934 tarih ve 137 sayılı kararı ile “1934-1935 ders yılından itibaren ders sürelerinin altmışar dakikaya çıkarıldığı”[47] belirtilmiştir. Ayrıca Millî Talim ve Terbiye Dairesi’nin 24.12.1934 tarih ve 282 sayılı kararı[48] mucibince, ikinci devre son sınıf fen şubesinde tarih dersinin haftada üç saate çıkarılması kararlaştırılmış ve şubenin haftalık ders sayısının yirmi dokuzdan otuza çıkarılması uygun görülmüştür.
21.09.1935 tarih ve 177 sayılı karar[49] mucibince, tarih dersi liselerde birinci ve ikinci sınıflarda haftada ikişer saat, üçüncü sınıf fen ve edebiyat şubelerinde üçer saattir.
1937 yılında, Millî Talim ve Terbiye Dairesi’nin 03.09.1937 tarih ve 67 sayılı 1937-1938 ikinci devresindeki dersler hakkındaki kararında[50] tarih müfredatında değişiklik yapılmadığı belirtilmektedir. 1937 yılında, lise programında haftalık ders çizelgesindeki bazı derslerin saatlerinde değişiklikler yapılmıştır. Bu program, 1938 yılında liselerde uygulanmıştır. Bu haftalık çizelgeye göre tarih dersi, lisenin birinci ve ikinci sınıflarında haftada ikişer saat, üçüncü sınıf fen ve edebiyat sınıflarında ise üçer saat uygulanmıştır.
SONUÇ
Atatürk döneminde genelde eğitimden, özelde ise tarihten ulus devleti gerçekleştirmesi beklenmiştir. Türkiye Cumhuriyeti’nin başlangıçta eğitim ve tarih öğretimi konusunda yaklaşımı, ortak bir Türk kültürü ve Türk kimliği vermek idi.
Atatürk, “Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli kültürdür” diyerek, tarihi, yeni kimlik kazandırma ve din devletinden millî bir devlet ortaya çıkarma aracı olarak görmüştür.
Atatürk, tarihimizi tam anlamıyla ortaya koymak ve tarihimizle ilgili yanlış iddiaların asılsızlığını ortaya çıkarmak amacıyla tarih çalışmalarını başlatmıştır. 1930 yılından sonra tarih ile ilgili kurumlaşma çalışmaları başlamış, “Türk Tarih Heyeti” (1930) daha sonra “Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti” (1931) kurulmuştur. Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti aracılığıyla “Türk Tarih Tezi” ortaya atılmış ve millete tarih vasıtasıyla millî bilinç aşılanmak istenmiştir. Tarih öğretimi için “Türk Tarihinin Ana Hatları”, liseler için dört ciltlik tarih kitapları, üç ciltlik “Ortamektep İçin Tarih” kitapları yayımlanmıştır. Bu kitaplar; büyük uygarlıklar kurduğumuzu, Osmanlı Devleti’nden önce tarih sahnesinde var olduğumuzu belirterek Anadolu medeniyetlerine vâris olduğumuzu vurgulamaya çalışmıştır. Tarih programları da bu kitaplar esas alınarak hazırlanmıştır.
2 Temmuz 1932’de I. Türk Tarih Kongresi toplanmıştır. 1935 yılından itibaren Türk Tarih Tezi’nin kabulü için dil çalışmaları yapılmıştır. 1935 yılında Güneş-Dil Teorisi ile ilgili çalışmalar, Türk Dil Kurumu ve Ankara Fakültesi çerçevesinde başlamış ve teori 1936 yılındaki III. Dil Kurultayı’nda açıklanmıştır[51]. 20 Eylül 1937’de II. Türk Tarih Kongresi toplanmıştır.
Atatürk tahliller, tenkitler, nazariyeler ve hükümler yürüten bir tarih görüşüne sahipti[52]. Atatürk, bu görüşünün yanında belgelere dayalı tarihçilik anlayışının benimsenmesini istemiştir. Atatürk’ün, “Nutuk” adlı eseri yazması bu anlayışı göstermektedir[53]. Ayrıca bu anlayış ve “Nutuk”u yazması Atatürk’ün iyi bir tarihçi olduğunu da ortaya koymaktadır.
Atatürk, Türk tarihinin belgelere dayalı olarak objektif bir şekilde araştırılmasını istemiş ve bunun için çalışmalar yapılmasını desteklemiştir. Atatürk, tarih çalışmalarının objektif olması ile ilgili şunları söylemiştir:
“Tarih yazmak yapmak kadar mühimdir. Yazan yapana sadık kalmazsa değişmeyen hakikat, insanlığı şaşırtacak bir mahiyet alır.”
“Sümmetedarik bir eser vücuda getirerek ferdasında nâdim olmaktan ise hiçbir eser vücuda getirmemek, aczini itiraf etmek evladır.
Biz tarih yazarken bizzat fiiller ve hadiseler sahibi arayan adamlarız. Ve eğer bunları bulamazsak meçhulü ve bu noktadan cehlimizi itiraf etmekten çekinmeyelim. Aport yaratmaya kalkışmayalım. Bizim mesleğimiz bu değildir. Biz daima hakikat arayan ve onu buldukça ve bulduğumuza kani oldukça cüret gösteren adamlar olmalıyız.”[54]
Atatürk, tarih öğretimi ile ilgili olarak, tarih haritalarının kullanımına önem vermiş, müze ve alan gezilerini bizzat uygulamıştır.[55]
Atatürk, arkeolojik eserlerin ortaya çıkarılmasına büyük önem vermiş ve bunları desteklemiştir. Meydana çıkan bu eserleri sergilemek için müzeler kurulmasını sağlamış ve bu eserleri sergilemiştir.
Yazdığı “Nutuk” ile savaşı ilk elden anlatan Atatürk’ün tutkularından biri de konuyu sinema ile gelecek nesillere nakletmektir.[56] 1937 yılında “İstiklâl” filminin genişletilmesi çalışmalarının henüz tamamlanamadığını öğrenince, konu ile ilgili olarak Atatürk “Bu, millî bir vazifedir. Çünkü Türk gençliğine bu mücadelenin nasıl kazanıldığını canlı olarak isbat etmek, hatıra bırakmak bu filmle mümkün olacaktır.”[57] diyerek gelecek nesillerin İstiklâl Savaşı’ndan görsel olarak haberdar olmasını arzu etmiştir. Atatürk, filmleri Türk gençliği için bir öğretim aracı olarak görmüş, tarih öğretiminde filmlerin önemine dikkat çekmiştir.
Atatürk, fırsat buldukça tarihçilerle görüşme imkânı yaratmış, değerli eserler vücuda getiren tarihçilere iltifatlar etmiş ve onları yeni çalışmalar için cesaretlendirmiştir.
Kaynak - Türk Tarihi