archaeopteryx adlı üyeden alıntı

Kırbaçlanmak ile ilgili yorumunu hala duyamadım. :)


Ha sen "kuma gömülüp taşlanmak ile" "kırbaç yada sopayı" bir tutuyorsun.

Nur suresi 2. ayetde zina yapan erkek ve kadına ceza olarak yüz değnek vurulması, geçer. Ama biz olayı vahşice göstereceğimiz için senin kırmıyorum "kırbaç" diyorum :)

Şimdi aşağıya ekleyeceklerimi de oku "belki" anlarsın olayın inceliğini...


Zina edene ceza tatbik edilirken nasıl bir yöntem uygulanacağı fıkıh kitaplarında açıklanmıştır:

BİRİNCİSİ: Değnek iri olmayacak, çöp gibi çok basit de olmayacak, parmak kadar düz ve budaksız olacak.

İKİNCİSİ: Vuran kimse vururken en son omuzu hizasına kadar kaldıracak ve omuzundan arkasına aşırtmayacak,

ÜÇÜNCÜSÜ: Çıplak vücuda vurulmayacak, fakat kürk gibi kalın elbise varsa çıkarılacak. Rivayet edilir ki, Ebu Ubeyde b. Cerrah (r.a)'a had cezası için bir adam getirildi, adam gömleğini çıkarmya başladı ve "Benim şu günahkâr vücudum dövülürken üzerinde gömlek bulunması uygun değildir." dedi, Ebu Ubeyde, gömleğini çıkarmasına izin vermeyin, dedi ve o şekilde dövüldü.

DÖRDÜNCÜSÜ: Yüz, karın ve edeb yeri gibi nazik ve tehlikeli organlara vurulmaz.

BEŞİNCİSİ: Hepsi bir yere de vurulmayıp diğer organlara gereği şekilde yaygınlaştırılır...

İslam Hukukunda Cezaların Amaçları

1. İslam bir rahmet dini ve onun peygamberi de bütün varlıklar için bir rahmet ve merhamet sebebidir. Bu nedenle İslam'ın gayesi insanlara ceza vermek ve öldürmek değil, suçluyu cezalandırarak, hem onu suç işlemekten alıkoymak hem de toplumu onun kötülüklerinden koruyup ve suçların yayılmasına engel olmaktır. Zira İslam, insanların kendisiyle dirilmesini, maddi ve manevi yönden hayat bulmasını vazgeçilemez bir ilke olarak ortaya koyar. Bir kişinin hidayetine vesile olmayı, bütün dünya nimetlerini elde etmekten üstün tutar.

2. Suçluyu cezalandırmakla kamu yararı gözetilmiş ve adalet sağlanmış olur. Zira suçluya müdahale etmemek ya da merhamet göstermek, mağdura ve topluma karşı katı kalpli olmak demektir. Bu nedenle Kur'an zina cezasını ifade ettikten sonra infazı hususunda gösterilebilecek tereddütlere karşı insanları uyarmakta ve genel bir ifade kalıbıyla şöyle buyurmaktadır:

“...Allah'a ve ahiret gününe inanıyorsanız, Allah'ın dininde (hükümlerini uygularken) onlara acıyacağınız tutmasın (merhamet etmeyin)...” (Nûr, 24/2).

Bir kötülüğe benzer şekilde karşılık vermek adaletin gereğidir. Aksine bir durum toplumda zulmün hakim olmasına, güçlünün zayıfı ezmesine, anarşi ve terör ortamının oluşmasına zemin hazırlar. Nitekim ayet-i kerimede

“Kötülüğün karşılığı ona denk bir kötülüktür. Fakat kim affeder barışı sağlarsa mükafatı Allah'a aittir.” (Şuara, 42/40)

buyurulmaktadır. Adaleti gerçekleştirmek için usulüne uygun olarak verilen cezayı Hz Peygamber (asm) şöyle ifade etmiştir:

“Yeryüzünde uygulanan bir ceza yer yüzü halkı için otuz sabah yağmur yağmasından daha hayırlıdır.”(İbn Hanbel, Müsned, II/402.)

3. Cezalar temelde 'akıl, din, can, ırz (namus) ve malın' korunmasına yöneliktir. Yani bütünü insan için bir fayda temin etmektedir.

Mesela; içkinin yasak olması ve bu yasağın çiğnenmesine verilen ceza aklı korumaya yöneliktir. Sağlıklı bir toplumun oluşabilmesi için 'her çeşit kötülüğün anası' olarak ifade edilen içkinin içilmesinin engellenmesi gerekmektedir.

Kısas, can emniyetini sağlamak içindir. Katil, yakalandığında, kesin olarak öldürüleceğini bilirse böyle bir suça kalkışma cesareti hemen hemen ortadan kalkmış olur.

Zina cezası ise nesep, soy karışıklığını önler. Nesli, ırz ve namusu koruyup sağlam bir aile yapısı oluşmasını sağlar. Diğer bütün cezalar için de benzeri durumlar söz konusudur.

"Ey insanlar topluluğu! Zinadan kaçınınız, çünkü onda altı özellik vardır. Üçü dünyada, üçü ahirettedir. Dünyadakiler değerleri giderir, fakirlik getirir, ömrü kısaltır. Ahirette de Allah'ın gazabına, hesabın kötülüğüne, cehennemde ebedî kalmaya neden olur."

Bu emirde başlıca iki hikmet vardır:

BİRİNCİSİ: İntikam şeklinde bir kötüye kullanmaya meydan vermemek için bir teminattır. Çünkü gizli dövmelerin, hiddetin sevkiyle işkence halini alması veya bir iltimasa uğraması mümkündür. Nitekim tarihin şikayet edegeldiği zalimane işkenceler hep gizlenerek yapılmıştır. Bundan dolayı Avrupalı ceza hukukçularının dövme gibi bedeni cezalandırmaları hoş görmemeleri de hiç sebebsiz değildir. Fakat hapis gibi genellikle uygun görülebilen cezaların çoğu cismani olmaktan kurtulamayacağı gibi, gizli dövme kadar kötüye kullanmaya müsait bulunduğu da inkâr olunamaz. Bir mahpusa, hele yalnız olan bir mahpusa karşı ne yapılmaz. Halbuki, herkesin gözetimi önündeki bir dövme tesirli olmakla beraber, haddi aşmaya müsait değildir. İşte darb, ancak bu şahitlik ve kontrol altında açıkça olmak şartıyla meşru kılınmıştır.

İKİNCİSİ: Bunda iffet ve namusun kıymetini, ibret ve terbiyenin genelleştirilmesini ifade eden bir ilan ve sergileme vardır. Gerçi bu sergileme bu suçu işleyen kimsenin sadece aleyhine değildir. Açıklandığı üzere lehinde bir teminatı da içinde bulunduran bir ilandır. Mahkemenin ilanının ve hükmün, alenî olması gibidir. Hükmün aleniyeti (açıklığı) ise bir sergilemeyi içerse bile, genellikle bir ceza niteliğinde kabul edilmez. İcranın yani yürütmenin açıklığının da öyle olması gerekir. Özellikle cezalarda uygulama, hükmü yerine getirmede tamamlayıcı unsurlardandır.

Bununla beraber, aklı olanların vicdanında, en küçük bir sergilemenin bile bir ruhî azap meydana getireceğinde şüphe yoktur. Bundan dolayı bu şahitlik, yalnız bedeni olan "celd ceza"sının ruhî bir tamamlayıcısı olur. Bu cümlede "onların her ikisine uygulanan cezaya" buyurulması da buna işarettir. Bir de bu şahitliğin amme hukuku ile ilgisi vardır.