Olaya din yada siyaset olarak bakmaktan vazgeçip, yaşama hakkınızı elinizden alabilecek bir proje olarak bakın. 1986 yılında yaşanan çernobil reaktör kazasından sonra, dünya'nın en gelişmiş ülkelerinden birisi olan japonyada yine bir reaktör kazası yaşanıyor ama Türkiye hala Nükleer diye diretiyor. Senin ülken bırak gelişmiş ülke olmayı, gelişmekte olan ülke konumunda bile değil. Birileri Türkiye'nin gelişmesi istenmiyor diyorlar, emin olun birileri Türkiye'nin gelişmesini istemiyor olsa, sizin düşündüğünüzün aksine nükleer santral ister; çünkü o santral patladığında ortada gelişecek bir Türkiye'de kalmayacak. Türkiye'de çözülmesi gereken milyonlarca sorun varken, tek derdimiz nükleer mi oldu. Askeri bölgede cephanelik patlıyor, uçuş güvenliği en üst düzey olan havaalanlarında drone uçuruluyor ve bizim ülkemiz nükleer santral istiyor, niye çünkü nükleer bizi 10.000.000 sene ileriye götürecek ve refaha ulaşacağız. Yapanların kim olduğunu bile konuşmaya gerek yok aslında, birisi "milletin a... koyacağız" diyen şahsiyetsizin firması, diğeri de çernobil'i yapan firma. Yani tablo böyle olunca kimse bana refah dolu bir gelecekten bahsetmesin. Ayrıca bazı bilmişler başımıza Atom Mühendisi kesilmiş hemen, sizin atom bilginiz ilkokulda yada lisede gördüğünüz kadar. Sen ne kadar biliyorsun da konuşuyorsun diyebilirsiniz, haklısınız ama benim bilgim, gördüklerimdir. Atomun ne kadar tehlikeli olduğu ortada ve saldırıya uğrama riski de 80% 'dir, koruyamayacağımız da aşikar. Yarın, savaş çıksa ve ilk bu nükleer santralleri patlatsalar, ondan sonra siz sağ biz selamet. Daha kömür madenciliği sektöründe gelişme sağlayamamış ve ölen madencilerin arkasından, güzel öldüler diyen bir sistemin işleteceği bir Nükleer santralden bahsediyoruz. En başta da söylediğim gibi, dini ve siyaseti kenara bırakıp önce Nükleer Santralin zararlarını araştırın. Belki sizin değil ama benim hayatımı veya çocuklarımın hayatını riske almak kimsenin hakkı değil.

https://youtu.be/1iN1RTLLQjo

https://youtu.be/nDroFgcxv_w

https://youtu.be/Ae6jKppIxfk



"... herşeyden çok sevdiğim insan, onu kendim doğurmuş olsam daha fazla sevemeyeceğim insan gözlerimin önünde bir canavara dönüşerek öldü. Lenf bezlerini aldıkları için dolaşımı bozulmuştu, burnu bir yana kaydı, üç misli büyüdü. Gözleri iki yana bakmaya başladı, içlerinde farklı bir ışık vardı. Daha önce görmediğim ifadeleri görüyordum. Artık burada değildi sanki yine de gözlerinde bakan birileri vardı. Sonra bir gözü tamamen kapandı.

Tek korktuğum şey kendi halini görmesiydi. Sonra benden el işaretleriyle aynayı istemeye başladı. Unutmuş gibi yapar mutfağa kaçardım. İki gün boyunca onu atlatmayı başardım. Üçüncü gün not defterine “Aynayı getir” yazıp sonuna üç ünlem işareti koydu. Fısıldamayı bile başaramadığı için kalemle anlaşıyorduk… Sonunda en küçük aynayı getirdim. Kendine baktı ardından kafasını yatağa vurmaya başladı. Onu avutmaya çalıştım…

… Sıradan bir kanser değildi bu Çernobil kanseriydi. Doktorların dediğine göre, tümörler vücudunda metastaz yapsaymış kısa sürede ölürmüş. Oysa yavaş yavaş vücudu boyunca, yukarıya yüzüne doğru ilerlemiş. Yüzünde siyah bir şey oluştu. Çenesi kayboldu, dili dışarı çıktı. Damarları dışarı çıktı, kanamaya başladılar. Boynundan, yanaklarından, kulaklarından, her yerinden… Soğuk su getirip onu ıslak bezlerle sarardım ama hiçbir faydası olmazdı…“

Valentina Timofeyevna Panaseviç
Çernobil müdahale ekibindeki bir inşaat işçisinin karısı